Bu suda sen de ben gibi en güzel günlerini, unutulmuş akşamlarını ve artık bir daha yaşamak imkânı olmayan geçmişi, bütün saltanatıyla yaşar bulacaksın. İşte o zaman seven iki kalbi en kuvvetli aşklarla birbirine bağlayan bağların müşterek acıları olduğunu anlayacaksın ve geçmişi artık kuru bir yaprak gibi önüne düşmüş oradan oraya sürüklenir bir vaziyette göreceksin Kezban'ım.
Ben eskiden de yaşamıyor muydum? Yıldızlar yine pencereme kadar uzanmıyorlar mıydı, sabahları kuşları; çiçek açan dalları görmüyor muydum? Rüzgâr kapımı sarsmıyor muydu; güneş ışıklarını oturduğum yere kadar getirmiyor muydu? Herhalde rüya içinde yaşamıyordum.
Zaman bir rüyadır! Hangi şeye inan oluyor... Hayat işte bu... Tıpkı mehtaplı gecelerdeki titreşen yıldızların birbirlerine olan uzaklıklarını düşünmeyerek, onları birbirlerine ne kadar yakın görürüz...
Gittiğinden beri takvimin yapraklarını hiç koparmadım. Onlar üst üste yığıldıkça günleri saymak daha kolay oluyordu. Üç gün odamda kaldım, kapıyı bir defa olsun açmadım. Kokunu kaybederim diye... Ellerimle hiçbir şeye dokunmadım; parmaklarımdaki vahşi tatlılığı kaybederim diye... Ve dudaklarıma hiçbir şey götürmedim, yıkamadım...
Son sözlerim ilk sözlerim olacak: Yıldızların bir gün, kararıp söneceğinden, güneşin artık dünyayı aydınlığa boğmayacağından, denizlerin birgün gelip kuruyacağından, şüphen olsun... Fakat yalnız seni hâlâ sevdiğimden şüphen olmasın...
Siz bilmem sarı gülleri sever misiniz? Ve bahçenizde bulunduruyor musunuz? Eğer onlardan sizde varsa bana verin... Niçin mi? Kurutacağım. Ona benzemek için...
Iza ona sarılmadı, dokunmadı. Bunun sebebini kestirebiliyordu: Birbirlerine yaklaşmamaları, kucaklaşmamaları gerekiyordu, yoksa mutsuzluklarıyla baş edecek güçleri kalmazdı.
Yola çıkacakları sırada yaşlı kadın pazar filesini koluna taktı. Hastaneye giderken hep onu almıştı yanına. Vince'ye, onun istediği ya da kendisinin uygun gördüğü şeyleri o zembille götürürdü: mendil, bisküvi, özellikle de limon. Bu sefer de filenin ilmikleri arasından sarı toplar parıldıyordu.
Zavallı iyilik meleği! diye düşündü doktor. Üç pörsük limonuyla bir mucize gerçekleştirebileceğini zannediyor. Ondan korkmuyormuş gibi yapınca ölümün geri çekileceğini sanıyor. Vince'ye üç limon götürmenin onu canlı bulmaya yeteceğine inanıyor.
Artık ne mutlu ne de mutsuzum.
Her şey geçip gidiyor.
Bu zamana kadar yaşadığım, soğuk bir cehennemi andıran sözde "insan" dünyasında tek gerçek şey bu.
Her şey geçip gidiyor.
Bu yıl yirmi yedi yaşına gireceğim. Saçlarım beyazladı diye insanlar genelde kırkımı geçtiğimi sanıyor.