Kore savaşında esir düşen Türk askerlerinin okurken bile iğreneceğiniz durumlarda nasıl ve ne şekilde hayatta kaldıklarını, hangi baskılara uğradıkları, içine düştükleri psikolojik durumları yabancı ve yerli kaynaklar eşliğinde enfes bir şekilde anlatılmakta. Ayrıca kitabın ismi de özenle seçilmiş ve içerisinde bu ismin hikâyesi de anlatılmış.
Ben TürkAynur Onur Çifci · Timaş Yayınları · 202041 okunma
Martı,bana hediye gelen ilk kitaptı. Daha öncesinde hep kendim kitap alır okurdum ve ailemde kitap okumaya fazla ilgili değildi pek bir gün abim elinde bu kitapla gelince o kadar şaşırmıştım ki şuan pek hatırlamıyorum çok uzun süre geçti üstünden ama yanılmıyorsam 1-2 saat içinde okumuştum
Kitaba gelecek olursa her ne kadar çocuk kitabı gibi gözükse de aslında tüm yetişkinlerin de okuması gereken bir kitap çünkü Martı bize şunu öğretiyor asla önünüzdeki seçeneklerle yetinmeyin,ne istiyorsanız onun için çalışın.Martı Jonathan da öyle yapıyor. O özgürce ve sınırsızca uçmak istiyor. İlk başlarda içinde bulunduğu toplumun baskılarına maruz kalsa sa yılmadan pes etmeden özgürlüğüne doğru uçuyor.
" Mektup, mektubu yazan ve gönderen ile mektubu alan ve okuyan arasındaki gizlidir."
Bu cümleyle başlıyor kitap. Ne yaptığının farkında ol dercesine... Ne yalan söyleyeyim her ne kadar Ahmet Arif'in yaşarken Refik Durbaş ile sohbetinde diğer yazarların mektuplarının yayınlanmasını onayladığı söylense de hep bir tedirgin olarak okudum.
özgürlük adına yazılmış her kitap şahanedir. kitapta
kuşlar, kadar özgürlüğün içine doğmuş ama sonradan keşfedilmiş özgürlüğü gözlemlemek daha da şahane...
Üşüdüm... Dondum hatta... Yoruldum... Karlarda yuvarlandım... Buzlarda kaydım... Tıkanasıya öksürdüm... Acıktım... Hem insan olup acıktım, hem kurt olup... Uçtum bazen de... Bazen domuz olup, Sus Barbatus olup göğe yükseldim, bazen de kızıl Kartal olup...
Kenan oldum, deli dediler; ama o kıyamet soğuğunda Zeynep’e, Zeynebim’e ve karnındaki
Hikayenin kahramanı Jonathan Livingston; sınırlarını zorlayan, sadece karnını doyurmak için uçmayı kabullenmeyen, mükemmeli bulmak için sürekli arayışta olan, yüreği öğrenme ve öğretme arzusuyla dolu bir martı.
Sürüsünün rutinlerini terkedip düzeni bozduğu gerekçesiyle sürüden kovuluyor ve kendisini büyük fiziksel ve ruhsal değişimler yaşayacağı bir serüvende buluyor.
Jonathan'ı kâh öğrenirken, kâh öğretirken, kâh les ederken, kâh zincirlerini kırarken gördüğümüz bu serüven, oldukça derin duygular ve ilham verici bir felsefeyi içinde barındırıyor.
Jonathan'ın mükemmeliyet arayışına tanık olduğumuz bu hikaye; eğitimin, öğrenmenin ve öğretmenin kutsal olduğunu ve sevgiyi göstermenin en doğru yolu olduğunu yalın ve duru biçimde anlatıyor. Öğretmenliğin gerçekten de ne kadar kutsal olduğu hatırlatılıyor adeta bir kez daha satır aralarında...
Bu muhteşem eseri okurken, Küçük Prens isimli bir başka şaheseri de hatırlıyorsunuz inceden inceden...
Kitapta bol bol martı resmi de görüyoruz; hattâ gereğinden de fazla. Kitabın belki en güzel bir yanıda bu.
Kitapların hayat değiştirdiğine değil; hayatını değiştirmeyi veya daha güzel kılmayı gercekten isteyen insanlara farklı, yeni ve faydalı bakış açıları sunduğuna inanan bir okuyucu olarak; kendine ilham arayan, yaşamanın asıl amacı hakkında tereddüte düşen gencinden yaşlısına herkese bu harika eseri kesinlikle tavsiye ediyorum.
"Amerikalı cerrah, ağır yaralı bir Türk askerine ameliyattan acı duyup duymadığını sormuştu. Aldığı cevap "Me Turk", yani "Ben Türk" tü.
"Ben Türk" sözü yalnızca iki kelimeden ibaret basit bir söz değil. İçinde Kore'deki Türk askerinin gururunu, dil bilmez-acemiliklerini, çaresizliklerini, kurnazlıklarını, kanaatlerini, tahammüllerini, ümitlerini, hayallerini ve daha birçok insani duyguyu barındırıyor."
Son zamanlarda askeri tarih alanında okuduğum en değerli çalışmalardan biri... Türk, Amerikan, İngiliz arşivlerinden elde edilen belge ve raporlar ile esir asker ve aileleri ile yapılan mülakatların sonucu oluşmuş oldukça detaylı ve doyurucu bir çalışma.
Türk askerinin sıcak çatışmada gösterdiği cesaret ve gayretin ötesinde, esir kamplarında verdiği hayatta kalma mücadelesini konu alan çalışma, verdiği istatistiki bilgiler, rapor ve belgelerle de dikkat çekiyor.
Amerikalı ve diğer BM askerlerinin esir kamplarında verdikleri yüzlerce kayıplara karşılık, Türk esirlerinin hiç kayıp vermemesi inceleme konusu olmuş, Amerika Kara Kuvvetlerinin, George Washington Üniversitesi'nde kurduğu İnsan Kaynakları Araştırma Ofisi tarafından araştırılmış ve detaylı bir rapor halinde Amerikan KK'ne sunulmuştur.
Raporun detayları ve Türk esirlerinin hayatta kalma mücadelesi tüm ayrıntılarıyla bu güzel çalışmada yer alırken ben ancak şunu söyleyebilirim: "İnanılmaz!"
Ben TürkAynur Onur Çifci · Timaş Yayınları · 202041 okunma
youtu.be/5o3_Hll7sRQ Aynur Doğan♥
Bu parçayı kürtçe halay zannedebilirsiniz fakat anlamı biz kadınlar için çok büyük;
"Kızlar bakın dünyanın çarkına
Zor şeyler de bekliyor bizi
Kadınlar artık öndeler çok okuyorlar
Artık kılıcın yerini kalem aldı
Kızlar biz istiyoruz ki bizimle aydınlığa gelin"
Kocaş, 1970’li yılların Türkiyesi’nde okuyucularına şöyle seslenmişti: “Peki Amerikalı’nın anlayamadığı mucizeleri yaratan o insanlar sizin neyinizdi? Ve ne oldu sizlere?”
“Tamam oğlum. Aynur, kızım servise başla... İsimleri ne Çınar?”
“Nehir ve Şükufe...”
“Şükufe mi?”
“Allah cezanı versin, ekstra ekstra versin Pınar!.. Kadının adı Hafize, o bile ismi yadırgadı. Ulan bir tane çakacağım sana
şimdi, o olacak! Yok ya hırsımı alamıyorum, odunla dövmek istiyorum seni..."
"Ay ne huysuzsun ya! Sana da hiçbir şey beğendirmiyorum. "
“Evet, abla, koyu renk saçlı olan...”
“Alla alla!.. Ailesi ismini koyarken ne düşünüyordu acaba...”
"Sana soruyor Pınar? "
“Çenem tutulsaydı da söylemeyeydim."
"Elim diyecektin sanırım, yazdın çünkü..."