Donyağından yapılmış sabunların
ürkütüp sindirdiği gözlerim vardı - ağır -
ağır yani çoraplı ve sürgün doğmanın
taşınmaz kıldığı.
Ben şenlikçisiydim pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan geçerdim
barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
Oraya, göğsüme iliklediğim hayvanı
Ey irin mutluluğu!
Ey durmayıp ağrıyan kemiği usumun!
Uğunursam beni hazdan delirten hayvanın ortasında
ben koşarken derelerde birikirse çocukluğum,
piçliğim birikirse sesimin o hıncahınç boşluğunda
coşkunun en sağlam atıyla geliyorum
sövgüm büyüyor, ağartıyor günümü.
TAN! Ölü bir keçiyle saçlarımı taramanın vaktidir
sarı bir bilincin ötesini ellemek istemenin
bir üzümç aralığındayız artık TAN!
savulun, çıplaklığım geliyor ardımdan.
(Bakmaklar)
Çünkü heryerde bir göğün ufak kaldığı vardı Akşama özgü göğsümü açardım ey mutlu serin penceresi doğanın.Heryerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı.Uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım.Kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum her sabah...
youtu.be/oIJnrUisVhk