"Şu takdirde kainat, hayat ve insan hakkında en sıhhatli İslami fikrin oluşturulması için bizlere vacip olan şey, garp (Batı) felsefesinin ve ona bağlı ahlak prensiplerinin liselerimizde mutlak surette okutulmamasıdır. Üniversitelerin son sınıfında ve felsefe bölümünde ilk iki seneden sonra ancak okutulmalıdır. Fakat önce hakiki manada İslami bir tedrisat takip edilerek İslam fikriyatı yerleştirilmeli ve İslam felsefesi olarak isimlendirilmelidir."
Bu zihniyetin ülkemizdeki yansısı, Amerikancı 12 Eylül darbesinin orta öğretimde felsefe ve mantık derslerini seçmeli yaparken din derslerini zorunlu kılmasında da somut olarak görülür. Sözde sürekli küçümserren felsefeden bunca korkunun açık bir acizlik göstergesi olduğu ve toplumu daha rahat gütmek amacı taşıdığı açıktır.
Platon’un ne ölçüye değin tarihsel Sokrates’in portresini çizmek istediğini ve ne ölçüye değin, tartışmalarında “Sokrates” adını verdiği kişinin, salt kendi kanılarının sözcüsü olmasını düşündüğünü kestirmek güçtür.
Beşinci yüzyılın sonlarına doğru Atina’da o dönemin insanlarına ahlak dışı gelen ve günümüzün demokrat uluslarına da aynı biçimde görünen politik öğretileri öğretmiş kişiler bulunduğu anlaşılıyor.
Felsefeyi dine sıkı sıkıya bağlı bir yaşam yolu alan kişiler, doğal olarak, bu durum karşısında dehşete kapılmış, Sophistleri aşağılık ve ahlaksız saymışlardı.