Biz, kendi kendini incitenler,
incitmeye can atanlar, ve gereksinip
incitilmeye can atanlar yeniden;
biz, öfkenin yanı başında
uyuklayan silahlar sanki.
Nasıl yetişmeye çalışır bize çocukluk
ve bildirir ki bizdik onu ciddiye alan.
Gerçi ondan biraz yukarı çıkmış olduk
ama tırmandı o da; ve bütün kuşkulardan
Ah, evet, onun yüzüydü bütün uzaklar da
onu hala isteyen, onu hala arayan;
maskesiyse, ürküp can çekişen orada,
narin ve açık, yarılan bir meyve sanki
havada çürüyüp duran.
Artık bulamıyorum seni bende, hayır.
Başkalarında da. Bu taşta da yoksun sen.
Artık bulamıyorum seni. Yalnızım ben.
Bütün insanlığın acısıyla yalnızım,
onu seninle hafifletmek için omuzlamıştım;
oysa yoksun, adsız utanç, sen...
Derken tanırım fırtınaları, deniz gibi çalkalanırım.
Ve yayarım kendimi ve düşerim içime taa
ve fırlatırım kendimi ve yapayalnız kalırım
büyük fırtınada.
Yalnızlık bir yağmur gibidir.
Denizden akşamlara yükselir;
uzak mı uzak ovalardan gelir,
ağar göğe, hep ordadır göklerin.
Ve düşer gökten üstüne şehrin.
Sen yazgıdan hep yalnızlık içre yükselen
o kendiliğinden değişir biçimsin;
ağlanmamış, alkışlanmamış dediğimsin,
bir yaban orman gibisin, anlatılmazsın sen.
Al kopar kollarımı dilersen, sanki
elle kavrarım seni ben yüreğimle;
atar beynim, yüreğimi sustursan da;
beynimi yangına vermek istesen bile,
taşırım seni damarlarımdaki kanda.
Çalabilir misin eski şarkıları hâlâ?
Çal, sevgilim. Nasıl süzülür onlar kederimden,
gizli ada !imanlarına doğru çıkıp yola
yumuşak akşam denizinde ilerleyen
gümüş tekneli gemiler gibi, bilsen.