"Böyle bir hayat bana göre değil.Önceden çizilmiş,kısıtlı,boktan hayatlar.Ben hayattan başka şeyler bekliyorum."
Bunun üzerine ne bekliyorsun?" Diye sormuştu İrfan.
"Bilmiyorum" demişti Hidayet. "Zaten işin güzel tarafıda bu değil mi! Hayatın karşıma ne çıkaracağını bilmiyorum."
Türkiye'de herhangi bir düşünceyi savunabilmek için cümlenin başına,"Bilimsel olarak" klişesini yerleştirmek gerekiyordu. "Bilimsel olarak" diye açıklanmayan görüşlerin hiçbir değeri yoktu bu toplumda.Ama bunu yapabilmek için de, kişinin adının önünde Profesör Dr. ya da Doçent Dr. gibi bir sıfatının olması gerekliydi. Bu yüzden,tekkeyi bekleyen çorbayı içer misali, üniversitede belli bir yıl geçiren herkesin ünvan sahibi olduğu bu ülkede "Profesör"den geçilmiyordu.
İnsan kendi adını on kez üst üste söylediğinde bile yabancılaşıyordu da,doğumundan ölümüne kadar taşıdığı "ben" bilincine ya da "kendi" damgasına niye yabancılaşmıyordu?