İçerisi dolu dolu tarih olan hikayeleri çok seviyorum. Belki gelip birisi bize Trabzon’un isgalini dümdüz anlatsa böyle güzel anlamayacaktık, muhacirlik de bize ilkokullarda liselerde anlatıldığı gibi basit bir göç değilmiş işte. Kimi yollarda canını kaybetmiş, kimi cananını. İnsanlar tabana kuvvet kilometrelerce yol gitmişler işte. Savaşlarsa kimi zaman cepheye varamadan kaybedilmiş, gencecik umut bağladığımız mehmetciklerimiz yollarda açlıktan, soğuktan kırılmışlar. Kimi zaman büyükhanımın yerine koydum kendimi, o acıları yaşamış kadar içim parçalandı, kimi zaman da Setterhan oldum, onun aşkını, heyecanını, kalp kırıklarını en derinde hissettim. Ve en son Zehra’yla olan bulusmaları. Kitabın satır aralarında yazdığı gibi “Balkan Harbi sanki bu iki çift gözün karşılaşması için çıkmış, İsmail gibi Celil Hikmet de gitti de dönmedi oluvermiş; Ruslar Trabzon’u sanki bu yüzden işgal etmiş, muhacirliğe bu yüzden çıkmış...” bazen en derin yaralar, en büyük acılar en güzel tesadüflere açar kapılarını