Şu ana kadar okuduğum Mustafa Kutlu kitapları arasında kendimi en yakın hissettiğim kitap Hüzün ve Tesadüf oldu. İçindeki her bir hikaye, sanki hepimizin anılarıymış gibi, hep birlikte yaşamışız gibi hissettim. Hatta artık hepimizin olduklarından eminim. İçinde neşeli denebilecek hikayeler olsa da, hikayelerin asıl teması hüzün olmasa da her hikayenin içinde derinde bir yerlerde hüzün yatıyor. Herkesin yaşadığı çok sıradan olaylar, bazen tesadüfler şiirsel bir dille anlatılınca insan özel hissediyor. "Ben de bunu yaşamıştım, meğer sıradan gözüken o şey ne kadar da kıymetliymiş." dedirtiyor insana bu hikayeler. Basit olayları basitçe açıklıyor yazarımız, ama hissetirdikleri asla basit şeyler değil. Basitçe açıklaması bunu yapmanın kolay olduğu anlamına gelmiyor, aksine bu tarz basitlikleri açıklamak daha zordur. Kitabı okuyunca rahatlıyorsunuz bir bakıma. Tanıdık geliyor size hikayeler, çünkü hepimizden onlar. Yaşadığımız çelişkiler, hevesler, acılar, bekleyişler, tesadüflerden oluşuyor kitap. "Bir şey yap." diyoruz kendimize önce. Sonra 'Bana bir şiir okuyun." diyoruz ama dinleyen var mı? Merak ediyoruz, "Çimenlerin üzerinde parlayan gözyaşları kimin?" Birden unutuyoruz, neye geldim ben? "Ben mi? Şey... Şey için..." hatırlamaya çalışırken bakıyoruz yol bitmiş, kitabın da sonuna gelmişiz. Uğurböceği, Selahattin'e ulaştı mı merak ederken aklıma geliyor:
Seyfettin olsa sorardık...