Hiçbir duygu/his sırf yakışıyor denilerek ait olmadığı bir bedene, ruha ya da cinsiyete zorla giydirilemez kimliğin bir parçası haline getirilemez... Bırakın hayallerini yaşayamayan pek çok insan bari hissettikleri gibi yaşasınlar... Bedensel sınırlar içerisinde hapsedilmiş ruhlar bari duygularda tatsın özgürlüğü... Felsefe yapıyormuş havasıyla ahkam kesen çok bilmiş kölelerin inadına... İnsan, başka bir insanı hissedebildiği kadar özgürdür, ya da hissedemediği kadar tutsak.
Hissizleşme dediğimiz şey bir kaçıştır aslında dayanılmaz olandan, cesaret edilemeyenden... Firari kölelerin kuytu köşelerde solukladığı bir kaçış, ciğerlerden firar etmiş bir sigara dumanı gibi gelip geçen, önce yoğunlaşıp sonra dağılan, kaybolan... Hissizleşenlerin ve bunu marifet bilenlerin taşlarına hedef olan insanlık... Aşağılanan, hor görülen... Çoğu zaman tepeden bakılan... Saklanan kimliklerin, örtülen yüzlerin, kuyruklarından yakalanmış düşünmeyi değil kendilerine verileni servis etmekle memur sözüm ona bilgeler ordusunun hissiz Sanço Pançoları... İnsanlık denizinde inciyi çıkarmakla değil suyu bulandırmakla görevli ucuza satılmış doyum bilmez ruhlar... Duyguyu ve hissedebilmeyi ne bilsinler...
Oysa önce kendiyle, sonra toplumla yüzleşebilme cüretini gösterebilenlerin belki de en büyük konforuna dönüşür bir başka bedeni, bir başka ruhu hissedebilmek. Arkasına saklamadan ya da saklanmaya çalışmadan... Ulu orta, el alem demeden hissedebilmektir mühim olan... İnsanı hissetmektir; o, bu demeden... Ona buna bakmadan... Sadece insanı hissedebilmek...
Ya da unut gitsin her şeyi bildiğin gibi yaşa...
Hani demiş ya şair "kaderde neyse gelirmiş başa."