"Seni seviyorum. Sana verebileceklerimin sınırı olmadığı gibi zamana da ihtiyacım yok. Bu dünya yildızların arasında anutulmuş bir parça toza döndüğünde bile seveceğim seni."
Hayır, yazmayı değil ama, bu kitapları okumayı düşünüyordum. Ah, şu entelektüellerin üç milimetrelik iris aralığından beynin içine tüm bu bilgileri aktarmak için sarf ettikleri bitip tükenmeyen çabalar.
Ümit çok önemli ve bunu bizden başka kim verebilir? Bence doktor olmanın en zor yanı bu. Bazen benim bu işe uygun olduğumdan gerçekten kuşku duyuyorum. Ölüm çok güçlü. Uyguladığımız tedaviler o kadar zayıf ki.
Kimsenin bir başkasına yardım etmeyi amaçlamadığına inanır; aslında insanlar yalnızca kendi güçlerinin hüküm sürmesini ve artmasını arzu ederler. Gücünü bir başkasına teslim ettiği ender anların sonunda hep yıkılmış ve öfkelenmiştir.
Anna O.! Bu ad Breuer'i adeta yerinden sıçrattı, fincanı dudaklarına götürürken kahvesini döktü.Peçetesiyle elini silerken Fräulein Salome'nin bu kazayı görmemiş
olmasını umuyordu. Anna O.! Anna O.! Bu inanılmaz bir şeydi! Nereye gitse karşısına Anna O. çıkayordu; Anna O., Bertha Pappenheim için kullandığı gizli kod adıydı. Breuer öğrencileriyle hastaları hakkında konuşurken müthiş bir titizlik gösterir, asla gerçek adlarını kullanmazdı.Hastalarının ad ve soyadlarının baş harflerinden birer harf geriye gider ve onlara takma ad verirdi, böylece Bertha Pappenheim'ın B.P. harfleri A.O. olmuştu ya da Anna O..
Basit bir anlatım, güçlü bir anlatı doğurur: Sabanın toprakta bıraktğı izlere benzer kâğıt üzerinde satırlar. Yaşamın her şeyi kapsaması gibi, Yaşamak da hayatı olduğu gibi kucaklar. Doğumları ve ölümleri mutsuzlukları ve umutlarıyla .
Akşam güneşinin son ışınları parçalanıp dağılırken, küçük bir çiftlik evinin bacasından yükselen dumanlar gökyüzünde dans ediyordu.
Çocuklanna seslenen kadınlann sesleri duyuluyordu. Gübre taşıyan bir adam geçti yanımdan, yükünden gacır gucur sesler geliyordu. Tarlalar sessizliğe gömülüyordu. Güneş ışınlan yavaş yavaş terk ediyordu tarlalan.
Karanlık gökyüzünden inerken, gözümü kırptığım anda alacakaranlığın uçup gideceğini biliyordum. Uçsuz bucaksız
toprakların gürbüz göğsünü sergileyişini izliyordum. Davetkar bir çağrıydı. Bir annenin yavrusuna seslenişi gibi, topraklar geceyi çağırıyordu.