Bugün kırlangıca yol göründü. Güneşle birlikte yavaş yavaş kanatlandı. Gagasını açmadan avlanmayı öğrendi. Sessizleşti, düşündü ve havalandı. Diyarlar geçti durmak bilmedi. Kırlangıç umutsuzluk nedir bilmedi. Sakince kalbinin pusulasını takip etti. Pusulası bozuldu güneşini bekledi. Duraksadı, gördü ve devam etti. Kuş bakışı izledi; denizi, toprağı, bulutu. Yaşamın sırrını fısıldadı buluta. Neydi bu sır, nasıl biliyordu kırlangıç? Bulut hak etmiş miydi? Artık bu bir sır mıydı? Dayanamadı bulut gözyaşlarını akıttı denize ve toprağa. Gözyaşlarıyla birlikte sır da döküldü yeryüzüne. Varlık buna hazır mıydı? Kırlangıç pişman oldu. Yoruldu, gözlerini kapattı ve süzüldü. Artık sır yoktu ağır bir gerçek vardı. Nereye gidecekti kırlangıç bu suçlulukla. Zihnini zorladı. Gözlerini açtı ve tek dostu onu yalnız bırakmadı. Güneş bulutun gözyaşları arasından gülümsedi. Tek bir diyâr kalmıştı ve kanatlar da oraya yöneldi. Gökkuşağı. Kırlangıç son gücünü topladı. Kanatlarını gerdi. Yeni diyara bakışlarını dikti. Uçtu, uçtu daha da uçtu. Çok yoruldu bitkin düştü. Sadece dinlenmek istedi. Tek çare olarak alçaldı. Bastı toprağa. Ağır gerçekle sulanmış toprağa. Canı yandı tekrar kanatlarını açtı. Dostuna gitmek istedi, olmadı. Fakat bir anda değişti her şey. Kırlangıç hafifledi, canı yanmıyordu. Göz kapaklarını kapattı ve açtı. Kendini gördü. Topraktaydı. Biraz sonra anladı. Yaşamın sırrındaki acı gerçek ruh ile bedeni ayırmıştı birbirinden. Artık yorgunluk yoktu. Gökkuşağına kavuşmak; dostuna ulaşmak vardı.
Yalnızca özgürlük vardı.