Aşk mı? Elbette sevmiş ve sevilmişti; zaten kendisi o ateşli fıtratla yaratılmış güzel ve ince ruhlardandı ki sevecek uygun bir kadın bulamadığı zamanlar bile kalbi sevilecek bir kadın ihtiyacıyla aşk ve tutku dolu bulunurdu; gerçi ulaştığı bu saadetler, emelleri kadar yüksek ve derin aşklardan kaynaklı değildi fakat yine hummalı bir şevk ve arzuyla sevmekten ve yine istediğim kadar sevilmiyorum ateşiyle yanmaktan uzak kalmamıştı; zaten onun varlığı ve hayali, bu şekilde, yani ateş ve tutkuyla sevmediği hayatının bir ânı bulunamazdı; daha okuldayken, her hafta okula, o tatil günü rast gelinmiş ve o dilberin hayali ruhunu sarhoş bir cazibeyle kendine bağlamış bir yüzün hatırasından kalanla dolu ve büyülenmiş olarak geri döner ve sonra, haftalarca bu yüzün havasıyla, cilvesiyle tutulmuş olarak vakit geçirirdi. Onun için, hayatı, tamamen aşk ve tutkudan ibaret geçmiştir denilebilirdi ve bundan dolayıydı ki, o aşk namını, yalnız sevildiği zamanlarına ayırıp sevdiği zamanlardan ibaret olan bütün hayatına aşk namını fazla görmekteydi. Fakat bugün gösterdikleri meyil ve arzudan yarın pişman olmuş gibi, uğrayacakları elemi takdir edemeyerek veyahut daha doğrusu ehemmiyet vermeye lüzum görmeyerek verdikleri aşk vaadinden gayet kolaylıkla geri dönen bu vefasız kadınlar arasında, aşk hayatı da zehir ve acıdan ibaret kalmıştı...