çocukluğumda sevdiğim kimsenin sonra bir başkasıyla evlendigini gormek nasıl olur, diye ürperti ile düşünürdüm hep. kendimi alıştırmışım bu düşünceye. işte sonucu!
Sayfa 123Kitabı okudu
"Karıma Birinci Mektup" 33. 10. 25 Bursa Hapisane. Anne: af olursa nasip olur üç güne dek saçlarını okşayabilmek... Yavrum! Uyuyamıyorum! Görünmez kuşlar ötüyor üstünde kızıl ağaçların. Alevli bir duman gibi tütüyor gözlerimde saçların! Saçları altın dudakları nar koyu kehribar gözlü sevgilim. Çıkacağımdan emin değilim. Tutmaz bizleri af!.. Bak ne tuhaf ne güzel Ne harikulade ışıldıyor ay ışığı pencerenin demirlerinde! Elbette ben böyle demirlerle bölünmeyen aya kavgaya ve sana kavuşacağım günün birinde... Karı! Kış geldi gönder benim yün çorapları! Birimiz dışında demir kapının içinde birimiz. Kim bilir kaç kış daha geçireceğiz? Üzülme benim için! Renk gören ses duyan başımla ellerini yüreğimde sıktığım arkadaşımla saatları gün günleri ay ayları yıl edip devirmem kolay! Ay ışığı pencerenin demirlerinde kavuşacağız günün birinde.... Düşmanlara gam. Dostlara selam. Kalbimde çocuklarım. Seni kucaklarım. Canın sıkıldıysa bu mektuptan beni affet!.. Kocan: Nâzım Hikmet...
Reklam
Vaktiyle sevdiğimiz her şeyi soru konusu ederiz; daima hem haklıyızdır hem haksızızdır; zira her şey muteberdir - ve hiçbir şeyin herhangi bir önemi yoktur. Gülümserim: Bir dünya doğar. İçim kararır: O dünya ortadan yok olur ve bir başkası belirir. Aynı anda hem doğru hem saçma olmayan hiçbir görüş, sistem ve inanç yoktur; bu durum, o görüşe katılmamıza ya da ondan kopmamıza bağlıdır...
9 aylık bebekler
Eğer ileride merak eden, araştıran, keşfeden ve keşfettiklerine şükreden bir yetişkin olamamı istiyorsan, yaptığım keşiflerde beni engelleme olur mu? Engellendiğim her bir seferde merak etmenin yanlış olduğunu zannedebilirim. Bu yüzden merak etmekten de, yeni şeyler öğrenmenin keyifli seyrinden de vazgeçebilirim.
Sayfa 184 - hayykiyapKitabı okuyor
Politik alanın inanca müdahale etmesi bireyin dayatılan bir inançla karşı karşıya kalmasına yol açar ve bu durum da onun kendi inancına yabancılaşmasına neden olur.
İman bütün eşya arasında hakiki bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihat rabıtalarını tesis eder. Küfür ise bürudet gibi bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki mü'minin ruhunda adâvet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adâvet olduğu gibi nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki dünya hayatında bazen galebe kâfirlerde olur. Ve keza kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını filcümle görür. Mü'min ise seyyiatının cezasını görür. Bunun için dünya kâfire cennet (yani âhirete nisbeten), mü'mine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten). Yoksa dünyada dahi mü'min yüz derece ziyade mesuddur, denilmiştir. Ve keza iman, insanı ebediyete, cennete lâyık bir cevhere kalbeder. Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünkü iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.
Reklam
“Ülkenin hali hal değil, bu olanlar yalnız başına taşınacak gibi değil. Gelip biraz destek atsan ne güzel olur, ben kaldıramıyorum.”
Sayfa 22
Bu Türkler gerçekten dünyanın başına belâ. Şimdi de azınlıkları kovdukları ortaya çıktı. Düşünüyorum da Ermeniydi, Rum’du, Türklerin zulmettiği her “etnik grup”tan tek tek özür dilemek yerine hepsini birden halletmenin bir yolunu bulsak. Bu kadar faşizanlığın üstüne son bir tanecik daha yapıp Türkleri toptan bu topraklardan sürüversek. Bütün
Gençler, hayatlarını böyle boşa harcadıkları için onları aptal yerine koyuyor, alay ediyorlardı: Niçin, ne uğruna katlanmışlardı bütün bu zahmetlere? Onların da kendilerine göre sebepleri vardı elbet.
Sevgi mi kaderi kovalar,kader mi sevgiyi? Daha kimseler çözemedi bu bilmeceyi. Düşen büyük adamı en sevdiği unutur, Yükselen züğürde düşmanları dost olur.
Reklam
“Yüklerin en ağırı ezer bizi, onun altında çökeriz, bizi yere yapıştırır bu ağırlık. Öte yandan her çağda yazılmış aşk şiirlerinde, kadın erkeğin bedeninin ağırlığı altında ezilmeyi özler. O halde yüklerin en ağırı aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun da imgesidir. Yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek daha içten olur.”
Raif Efendi, yirmili yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin'de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar arasında gezindiği sırada bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak ona âşık olur. Tablo, onda daha önce hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif tablodaki portrenin, Rönesans ressamı Andrea del Sarto tarafından yapılmış "Madonna delle Arpie" isimli tablodaki Meryem Ana (Madonna) portresine benzetir. Tabloya o kadar hayran olur ki, fırsat buldukça tabloyu görmeye gelir; fakat başka gözlerin onu takip ettiğini fark etmez. Artık ritüel hâlini alan bu tabloyu seyretme seanslarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder'dir. Maria, Raif'in tabloya olan hayranlığının farkındadır. Raif ise başta onun kendisiyle alay eden biri olduğunu düşünür. Tablonun sahibi ile konuştuğunu öğrenince ise, dünyası bir daha geri dönüşü
Acı Çekmek
Çatışma ve stresi anlamak sanatçı için iyi bir şeydir. Bunlar sana fikir verebilir. Fakat eminim ki, fazla stres altında yaratamazsın. Eğer hayatında çok fazla çatışma varsa, bu durum yaratıcılığını engelleyecektir. Çatışmayı anlayabilirsin ama içinde yaşamak zorunda değilsin. İçine girebildiğimiz dünyalarda, hikâyelerde acı var, karmaşıklık var,
Sayfa 103
Kalbimde maziden bugün izler var Her siyah saatım bu izle erir Ruhumu geçmişin hicrânı sarar Doğanlar ölür ölen dirilir Anladım hayatmış mazinin adı Yıllara karışan her şey ses verir Hasretle doludur geçmişin yadı Mazinin elemi bile tatlıdır.
Sayfa 1889Kitabı okuyor
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.