Korkunç bir yalnızlık hissi vardı içimde. Benimle insanlar ve şehrin yaşamı, meydanlar, evler ve sokaklar arasında sürekli olan geniş bir uçurum vardı. Büyük bir felaket oluyordu, gazetelerde önemli şeyler yazıyordu - (ama) benim umurumda olmuyordu. Eğlenceler düzenleniyordu, ölüler gömülüyor, pazarlar kuruluyor, konserler veriliyordu - ne için? ne maksatla? Dışarı çıkıyordum, ormanlarda, tepelerde, taşra yollarda sürtüyordum, çevremde çayırlar, ağaçlar, tarlalar ah vahsız bir hüzünle, dilsiz ve yalvarırcasına bana bakıyor ve bana bir şey demeyi, bana doğru gelip karşılamayı, beni selamlamayı arzuluyorlardı. Ama orada öyle hareketsizce yatıyor ve bir şey diyemiyorlardı, ve ben acılarını anlıyor ve acılarını onlarla birlikte yaşıyordum , çünkü onları bu acıdan kurtaramıyordum.
Hesapsız yaşamak mı? Hesaplı yaşamak mı? İşte bütün mesele bu... Geçip giden zamana bakıp "ah" çekmek, bugünlere bakıp "of" çekmek yetmiyor. Bir şeyleri, bir yerden yakalayıp öyle başlamak gerek veya çok şeyleri başlamadan bitirmek...
Hangi çağın ürünü bu sülük koçaklama Hüseyinsiz Kerbela'da n'oldu hasanlamalar İstiridyedeki inciyi de kararttılar ha
Desenize çirkeflendi şaraplar
Tarçın dibeğinde dövülen sarmısak mı
Gözönü olmaz öyle şeyler
Cezayir'de olur ama,
ça ça ça
"O" yoksa
"Az acılı" bir sevda getir masama
Bıktım bu zehir zıkkım sevdalardan
"İhaneti az" bir gece koy önüme
Hilesiz - maskesiz dertleşelim seninle
Buzları da kadehime değil yüreğime dök bu gece
Gözlerimin musluğunu bir açsam
Göz yaşlarım beni boğacak
Boşver sigarayı tütünü
Son kibriti üstüme çak
Gönlümce yanayım bu gece
Oldu olacak