İbne değil onlar. Ne biçim aşıklar.
İkisi de erkek; tamam. Ama aşıksan ne yazar?
Kime ne yazar?
Beni en çok etkileyen şey üstteki satırlardı. Ülkemizde ‘’ibne’’ dedikleri, hayat hikayelerinin ne olduklarını bilmeden onları sadece yönelimleri ile kategorileştirip önyargıyla yaklaşan insanların bu kitabı okuyarak belki içlerindeki o vicdan kırıntılarının ortaya çıkmasını sağlar. ‘’Yetimhane çocukları’’nın hayatlarının ne kadar zor olduğunu dışardan tahmin edebiliyoruz belki ama bizim tahminlerimizle onların yaşadıkları hayatın uzaktan yakından ilgisi yok ve bu kitap tüm gerçekliğiyle o yetimhane çocuklarının ne kadar yalnız ne kadar iğrenç durumlarda kaldıklarına değiniyor. Ali’yi her şeye rağmen hep saf, tertemiz gören ve anca ona sarılınca kendini temiz hisseden Ramazan’ın kendini bir hiç gibi görüp sırf Ali uğruna yaptığı fedakarlıkları içim parçalanarak okudum. ‘’Aşk’’ın cinsiyet, zaman, mekan tanımadığı ve yaşadıkları onca trajedi ile Ali ve Ramazan değil de Ali ile Ramazan olduklarını anlatan gerçek hikayeden esinlenerek yazılan bu kitabı herkesin okuması dileğiyle… Önyargılarınızı bir kenara bırakın lütfen. Keşke hayat önyargılarınız üstünden düşünecek kadar uzun ve güzel olabilse…
En çok sevdiğim kitaplar arasındadır Serenad. Çok sürükleyici olan bu kitabı okurken bir sürü bilgi edindim. Hitler’den Stuma’ya birçok şey öğrendim. Ayrıca Zülfü Livaneli kitapta Dostoyevski’den Schopenhauer’dan alıntı yapmayı ihmal etmemiş. Ayrıca ülkeyle ilgili çekincesiz yorumları da çok hoşuma gitti. Kitabı okurken Maximilian’ın Serenad für Nadiasını duymayı dinlemeyi çok istedim ama yapamadığım için klasik müzik playlistimin adını koymakla yetindim. Kitaptan en sevdiğim bölümü de paylaşmak istedim:
‘’Bugün okuyunca insan, koskoca bir ülkenin bu kadar uyuşmasına, gerçeklere gözünü kapatmasına inanamıyor ama Hitler parlamentoyu da devre dışı bırakmanın yolunu bulmuştu. Daha iktidardaki ikinci ayını bile doldurmadan, 24 Mart 1933'te parlamentonun denetim yetkisini ortadan kaldıran ve hükümete sınırsız bir özgürlük alanı getiren "Yetki Kanunu"nu, bizzat parlamentoya onaylatmıştı. Bundan sonra onu denetleyecek hiçbir güç kalmamıştı ortalıkta. Her zaman olduğu gibi, cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmişti.’’