narsizm bir sapıklık değil, kendini koruma içgüdüsünün bencilliğinin libidinal bir tamamlayıcısı, her canlı varlığa haklı olarak bir ölçüde atfedilebilecek bir özellik olarak karşımıza çıkar.
… günümüzde erkeklerle kadınlar arasındaki her şey yeniden sorgulanmaktadır. Doğum kontrol yöntemleri ve tıptaki ilerlemelerle birlikte kadın artık bedeninin kölesi olmaktan çıkmıştır. Feminist hareket zaten bilimsel evrime paralel doğmuştur.
Seviliyor olmak aynı zamanda ötekinin “değer vermesi”, ondan onay ve kabul görmektir; fakat aşk gelişebilmek için bu kabulün eksiksiz olmasına mı ihtiyaç duyar? Durum bu olduğunda bu yeniden bir bağımlılık biçimi almaz mı (“ben” “sen”in bakışına bağımlıdır)? Tersine, eğer ötekinin bakışı fazla “gevşek”se yeterince sıkı, onaylayıcı, çok yakınımızda değilse aşk eksikliği çekmez miyiz, kendimizi neredeyse inkar edilmiş saymaz mıyız? Memnuniyet ile ketlenme arasındaki, özgürlük ile ötekini arzulama arasındaki gerilimlerin kaynağının aşkın kendisi olduğunu saptamaya bizi yönelten de budur.