“Kan ve kemik miktarıyla baktığımız her savaş, kötüdür elbette. Evet, zordur savaş. Kazanan için bile yıpratıcıdır, üzücüdür. Hayatta kalma isteği, her şeyin üstünü örter bazen. İnsanı insan yapan faziletlerin çoğu, bir anda kaybolup gider… Fakat zillet daha koyudur. İstilacı zalimlere boyun eğmek, daha kötüdür. Namusuna el uzatılan kadınların çığlığına kulak tıkamak, daha kötüdür. Ömür boyunca korka korka yaşamak; kaçacak, saklanacak yer aramak daha kötüdür. Allah adının, arzdan ve semadan silinmesi daha kötüdür. Allah’a iman eden, üzerindeki nimetler sayesinde karnını doğurduğu toprağa hürmet gösteren, karısını ve çocuklarını seven adam; kılıç kuşanır bu yüzden. Alnını secdeye huzurla koymak isteyen… Evlatlarının şeref ve sevgiyle büyümelerini görmek için, gecesini gündüzüne katan… Erinin alın terine gözyaşını ortak eden… Yaşadığı şehir güzelleşsin diye ömrünü tüketen kadın, kapısının arkasında bir sopa bekletir. Belinde bir hançer saklar…”
Tarımda ülke potansiyelinin değerlendirilmesi, katma değer artışının en üst düzeyde sağlanması için öncelikle zihniyet değişimine ihtiyaç var. Tarımı, çiftçiyi, köylüyü, üreteni yok sayan, ithalat destekçisi anlayıştan kurtulmak gerekiyor.
Biz az okuyoruz. Oysa kütüphanelerin yaygınlığı, zenginliği ve düzenli çalışması her şeyden önce talep işidir. Kitabı; ekmek, su, gömlek ve taşıt aracı derecesinde gerekli görmeyen, gazete bilgisiyle yetinen bir toplumda kütüphaneciliğin ve kütüphanelerin gelişmesi konusunda pek ümitli olamayız.
Eski İstanbul mahallelerini bugün gravürlerden seyredenler hoş bir atmosferin varlığından söz ederler. Oysa yaşanan hayat, bugünkü nostalji derecesinde kolay ve hoş olmamalıydı. Toplanamayan çöpler, yazın toz toprak, kışın çamur ve rüzgârlı havalarda bir kıvılcımla başlayıp bütün şehri telaşa veren ve gerçekten de mahalleleri süpürüp kül eden yangınların korkusu; İstanbul’u ilk elde kârgir yapılara ve giderek betonarmeye hem de çirkin bir betonlaşmaya itti. Mahallelerden gün ışığını, yeşili, nihayet komşuluk ve mahalle kültürünü de götürdü.
Latinlerin “historia est magistra vitae” (tarih hayatın öğretmenidir) deyişi, bir bakıma tarihten ibret almayı değil, belki daha çok zamanımızı tanımayı ve öğrenmeyi emreden bilgece bir ifadedir.
Bâbıâli bugün çirkinleşen bir semt. Bir yığın atölye ve deponun gündüzleri yarattığı Şark pazarı kalabalığı ve kargaşası, geceleri yerini mezarlık sessizliğine terk ediyor. Bu durumun düzeltilmesi, Bâbıâli’ye gündüz Türkiye’nin basın ve yayın merkezi ve vilayetin yönetim yeri olmanın ağırbaşlılığının, geceleri de başka bir canlılığın kazandırılması gerekiyor.