Aslında Kore Savaşı, Türkçülere, Atsız’ın Bozkurtların Ölümü romanında ustaca işlediği “Türk-Çin husumeti”ni
hatırlatmış olmalı. Belki de o roman kahramanları gibi Çinlilerle çarpışmak imkânı birçok Türkçüyü heyecanlandırmıştır. Celâl Turanîbaşer’in bu Türkçülerden biri olduğu anlaşılıyor. Yazarın, oğlu Kür Şad’a ithaf ettiği bir yazısında bir hayli ızdırap çektiğini görmek mümkün. Diyor ki Turanîbaşer, “Kandaşlarım çarpışıyor, ben seyirci…, Kandaşlarım şehit oluyor, ben seyirci… Kandaşlarım gazi oluyor, ben seyirci... Kandaşlarım gidiyor… Akın akın gidiyor… Cepheden cepheye gidiyor… Ben yine
seyirci…” Yazarın üslûbundan Türkçülerin savaşa ne kadar romantik bir cepheden baktıkları, savaşı siyasî bir mesele olmaktan ziyade “destansı bir olgu” olarak gördükleri anlaşılmıyor mu? Gerçekten de Türkçülere göre, artık Kore Savaşı, Türk tarihinin “altın” sayfalarından biri haline gelmiş, destanlaşmıştır. Oğuz Kağan,
Ergenekon ve Bozkurt destanlarının yanına bir de Kore destanı eklenmiştir
İstanbul Tevkifhanesi'nden
Fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime,
toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum.
Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme rağmen
Yedinci Nükte
Sünnet-i Seniyye edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki altında bir nur, bir edep bulunmasın. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: “Eddebenî Rabbî fe ahsene te’dîbî.” Yani “Rabbim bana edebi güzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş.”
Evet, Siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat’iyen anlar ki