Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Can Uysal

Avrupadaki benzerleri ile karşılaştırıldığı zaman Fran­sız sağının en büyük özelliği, bölünmüş olmaktan fazla her bölümün içindeki disiplinsizliktir. De Gaulle ise bölünenleri bir demet halinde birleştirmiş ve bun­ların hepsini katı bir disipline bağlanmıştır. Böylece Fransa’da, Ingiltere’deki tutucu parti veya Almanya’ baki hristiyan demokratlara benzer bir siyasal gücün doğduğunu görürüz ancak bu güç Ingiltere veya Al­manya’daki benzerlerinin yerleşmişliğinden, militan­ larından ve örgütünden yoksundur. Bu güç cumhuri­yetçi monarşinin ana temellerinden biridir ve Ingilte­re’de başbakanın teklif ettiği tasarıları Parlamento nasıl kabul ederse, Fransa’da başkanın sunacağı ta­sarıların da kabul edilmesini güvenle sağlar.
Reklam
Stalinizm ile Leninizm arasındaki bir fark:
Stalinist yazarlar bazen Stahanovizm ile kapitalist sömürünün en gelişmiş yöntemi Taylorizm arasında bir paralellik kuracak kadar dikkat­siz davranmışlardır. Örneğin petrol sanayisindeki yüksek eğitim kurum­ları için yazılan ve Yüksek Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanan birel­ kitabı şu sözlere yer vermektedir: "Taylor'un emek araçlarının daha verimli kullanımı konusundaki görüşleri ve yöntemleri son derece ileri­cidir." (Bu sözler, Lenin'in "insanoğlunun makina tarafından köleleş­tirilmesi" şeklindeki Taylorizm tanımıyla karşılaştırılmalıdır.)
Kademeli parçabaşı iş sistemi, aynı zamanda devletin sürekli, temel üretim standardınıyükselterek işçilerin yaşam koşullarını düşürmesine imkan tanıyor. Nitekim, 1935 sonunda Stahanov kampanyasının baş­lamasının ardından her sanayi kolunun üretim standartlarında değişik­likler yapılmıştır. Yeni standartlar ortalama işçinin üretim düzeyine göre değil, "Stahanovcular 'ın üretimi ile diğer işçilerin ortalamalannın yeniden ortalamasının alınması" olarak saptanmıştır

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Nazi ekonomik sistemi ile Stalin dönemi SSCB e. sistemi
Parçabaşı iş sistemleri örneğin Nazi Almanyası'nda da aynı amaçla yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Franz Neumann bu konuda şunları yazmaktadır : Sosyalist işçi sendikalarının sınıfa-ücret kavramı, [Nazi] Emek Bil­dirgesi'nin 29. Bölümü'nde tanımlanan "performans ücreti" (liestungs­ lohn) ile değiştirilmiştir. Parti Şeref Kongresi'nde Hitler, "saat ticaret­lerinde hiç bir artışa izin vermeyerek geliri sadece performanstaki artışla yükseltmek, Nasyonal Sosyalist önderliğin çelik ilkesi olmuş­tur" demiştir. Ücret politikasının ilkesi, çocuk işçiler için de dahil olmak üzere, yoğun bir biçimde parçabaşı iş ve primierin tercih edil­ mesidir. Böyle bir politika tamamen maneviyalı kırmaya yönelik bir po litikadır, çünküen bencil içgüdülere hitap etmekte ve iş kazalarını büyük çapta arttırmaktadır. 29 Neumann, Naziler'in parçabaşı iş sistemini uygulamakla neden bu kadar ısrarlı olduklarını şöyle anlatır: Performans ücreti uygulamasının ağır basması, ticaret farklılıkları sorununa toplumsal politikada önemli bir işlev kazandırır. Bu soru ­nun bir ekonomik sorun olarak değil, canalıcı siyasal önem taşıyan bir kitle denetimi sorunu olarak anlaşılması çok önemlidir. .. Ücret farklılaşması Nasyonal Sosyalist ticaret politikasının özüdür. ' . . Ücret politikası bilinçli bir şekilde kitle denetimine yöneliktir. Stalinistler de parçabaşı iş sistemlerini aynı amaçla kullanmış­lardır. Beş Yıllık Plan'ın başlamasından sonra parçabaşı ücretle çalışan sanayi işçisi oranı büyük bir hızla artmıştır
Kaşıkçı Elması
Hurşit Paşa, Vasiliki'yi, Tepedelenli'nin sakladığı hazinesini ortaya çıkarmak için günlerce sorguladı ise de Vasiliki konuşma­ dı. Hazine de bulunamadı. Hurşit Paşa buna rağmen kasada muhafaza edilen Vasiliki'nin boynuna taktığı Kaşıkçı (Pigot) Elması ile İstanbul' a döndü. Tepedelenli, görür görmez sevdiği kuyumcunun dünya güzeli kızı Vasiliki ile Yanya'da muhteşem bir düğünle evlenmişti. Düğün hediyesi olarak da Pigot isimli bir Fransız subayının, Hindistan'ın Madaras Mihracesi'nden aldığı ve ünlü Kazanova'nın sattığı, ondan da Napolyon'un annesinin aldığı, ancak oğlunun Elbe Adası'na sürüldüğü dönemde onu kurtarmak için paraya ihtiyaç duyan Bayan Napolyon'un müzayedeyle sattığı 86 kratlık Kaşıkçı (Pigot) Elması'nı satın alarak, Vasiliki 'nin boynuna takmıştı.
Reklam
Tepedelenli Ali Paşa'nın ölümü
Tepedelenli Ali Paşa'yı ortadan kaldırmak için görevlendiri­ len Hurşit Paşa'nın elinde tek koz, Tepedelenli'nin birkaç ay önce evlendiği ve adeta taparcasına sevdiği Vasiliki'ye olan düşkünlüğü idi. Paşa, önce halk arasında Ali Paşa'nın karısının etkisiyle din değiştirdiği dedikodusunu yaydı; ardından Ali Paşa'yı görüşmek bahanesiyle Yanya gölünün ortasındaki bir adada bulunan Panda­leymon Manastırı'na davet etti. Osmanlı serdarının davetine gitmemek isyandı. Ancak gitmenin ne tür sonuçlar doğabileceğinin de farkındaydı Ali Paşa. Uzun uzun düşünüldükten sonra Vasiliki'yi de yanına alarak sandala bindi. Artık gözünde Vasiliki dışında hiçbir şeyin değeri olmadığını düşünüyordu ve hayatının bağışlanmasına karşılık ka­rısıyla birlikte bir çiftliğe yerleşme teklifiyle çıktı Hurşit Paşa'nın karşısına. Ama İstanbul, onun her durumda öldürülmesi emrini vermişti ve Hurşit Paşa'nın bu karar üzerine pazarlık etme yetkisi yoktu. Manastır odalarında ölüm kalım mücadelesi başladı. Ali Paşa'nın başı vuruldu, adamları ise paşa ölünce derhal teslim ol­dular. Hurşit Paşa, Tepedelenli'nin kesik başını İstanbul'a gön­ derdi. Kesik baş orta kapıdaki ibret taşına kondu sonra Silivri Ka­pısı mezarlığına gömüldü.
Tepedelenli'yi tabir-i caizse gazlayan:
Çok asabi olan, kızdığı zaman gözü ve gönlü hiç kimseyi görmeyen Ali Paşa'yı ayaklandırıp asi durumuna düşüren Ha­let Efendi'nin entrikalarıdır. Nişancılık makamında bulunan ve İkinci Mahmut üzerinde büyük nüfüzuyla hükümet ve devlete hakim olan Mehmet Sait Halet Efendi Kırım Tatarlarındandır. Çok zengin bir hükümdar haşmetiyle yaşayan, yüzünün gü­zelliği ve parlak hitabetiyle genç hükümdarı cezbeden bu haris (aç gözlü), ihtiraslarının ve gururunun esiri bin bir yüzlü bu ada­mın çevirmediği dolap, devirmediği çam, dikmediği zulüm inciri kalmamıştı.
Cevdet Paşa'nın gözünden Tepedelenli
Cevdet Paşa, Ali Paşa'nın her davranışında Mısır Valisi Meh­met Ali Paşa'yı taklit ettiğini belirterek şunl arı söylüyor: "Ama aralarında çok fa rk vardı. Mehmet Ali askerlikte olduğu kadar idarede ve siyasette de tecrübeli ve ihtiyatlı idi. Tepedelenli Ali Paşa'nın işleri ise, başıbozuk bir asker bozuntusunun yaptıklarına benziyordu. Mehmet Ali Paşa gibi ziraatı, ticareti teşvik edip de köylerin ve kasabaların bayındırlığına çalışacağına birçok köyleri kendi çiftliği haline getirerek çiftçilikle uğraşan köylerin dağıl­masına, başka yerlere göç etmesine, toprakların işlenmeden kal­masına sebep oluyordu. Kendi adamları olan Toska beyleri bile ondan şikayetçi idiler. Bir tek faydası, Mora ve yakınlarında baş kaldırmak için fırsat kollayan Rumların üzerinde büyük baskı ol­ması idi. Halet Efendi onun ortadan kaldırılmasını istediği halde, başta Reisülküttap Canip Efendi olmak üzere birçok nazırlar, bu yüzden onu kolluyorlardı."
Tepedelenli
Ali Paşa, babasının genç yaşta ölmesi üzerine Delvine muta­sarrıfı Kaplan Paşa'nın hizmetine girmiş, ilkin Tırhala, sonra da Yanya sancağı mutasarrıflığına getirilmiştir. Napolyon'un Mısır seferi sırasında Preveze'yi ve Butrinto'yu geri almıştı. Bu hizmet­leri dolayısıyla Üçüncü Selim vezirlik rütbesi vermiş, 1802'de Ru­meli Valisi olarak Pazvandoğullarına karşı gönderilen kuwetlere Seraskerlik (Başkomutanlık) etmiştir.
Celali isyanlarının uzun sürmesi aslında profesyonel olmaları:
Habsburglar ya da Safeviler gibi dış düşmanların aksine, Anadolu Ce­lalileri ve özellikle aralarındaki sekban ve leventler, önemli bir eğitilmiş gi­zil gücü temsil ediyordu. Bazı durumlarda yeniden Osmanlı komuta zin­ciri içine çekilerek, dış düşmanlardan gelen saldırıların ilk şaşkınlığuıı at­latmada onlardan yararlanılıyordu. Böyle bir zamanda, Osmanlı kıyafetli ve nakit Osmanlı parası ödenerek tutulmuş Cclali sekbanlarımn, başka herhangi bir paralı asker kadar yararlı olma olasılığı vardı. Ama isyancılara karşı izlenen bu siyaset, yerlerinden koparılmış Anadoluluları barışçı faaliyetlere yöneltmedi.
Reklam
Avrupa ve Osmanlı nezdinde yargılama usulü:
l 16. yüzyıl sonunda Anadolu'da kamu güvenliği özellikle sancak­ beylcrinden soruluyordu. Yerel eşkıya iyice denetimden çıkıp da olaya doğrudan cl koymak üzere bir müfettiş ya da kolluk kuvveti göndermek gerekmedikçe, hükümetin pek umurunda olmuyordu. Avrupa'da dere­ beyliğin erken dönemlerinde olanın tersine, yerel Osmanlı beyi yerel ca­nileri tutuklayıp, yargılayıp, cezaya çarptırmıyordu; bunun yerine, eyaler­ teki her sancakbeyi, bölge kadısının isteğine uyarak ya da sadrazaının o is­teğe uyan buyruğu gereğince, şeriat ve kanunları temel alan adaleti yerine getirmek üzere, yerel suçluları kadının huzuruna çıkarıyordu.
1950'ler Türkiye'sinde ABD menşeli firmaların ürünleri, Hollywood filmleri, Amerikan pazarları ya da gazlı meşrubatları gündelik hayatın bir parçasıydı. Ancak burada ele alınan kamu diplomasisi çalışmaları; tüketimin kendiliğinden oluşturduğu Amerikan imgesiyle değil, ABD'nin yaratmaya çalıştığı izlenim ve yaygınlaştırmak istediği fikirlerle il­gilidir.
Kore' de "kızıl komünizme karşı savaşan" Türk askerleri­ nin kahramanlıklarını Amerika'nın Sesi Radyosundan din­ leyen, Kore filmlerini büyük bir ilgiyle izleyen halk, ABD'nin Türkiye'nin en büyük dostu olduğuna daha fazla ikna oldu.
Sayfa 180 - Embassy Ankara to the Department of State, "IE Evaluation Reportsn, 10 Ocak 1952, Department of State Decimal Files, 1950-1954, RG59, Box 2492.Kitabı okuyor
1950' de başlayan Kore Savaşı, ABD'nin kamu diplomasisi anlayışında önemli yeniliklere yol açtı. Savaşın elinin kulağın­ da olduğu günlerde ABD yönetimi antikomünist propagandanın genişletilmesine çalışmaktaydı. Kapsamı ve önemine binaen "fikir savaşının Marshall Planı" olarak nitelenen yeni dönem kamu diplomasisine büyük kaynaklar aktarıldı.
Türkiye’nin en çok ezilen, sömürülen insanları köylülerdir. Onların ezilmesine, sömürülmesine seyirci kalınarak Türk solcusu olunamaz.
5,1bin öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.