Medeniyet ilerledikçe hayat ihtiyaçları artar. İhtiyaçların artması nisbetinde insan hak ve vazifeleri çoğalır. Mücahede mücadeleye, samimiyet benlik kavgalarına dönüşebilir. Çok karışık ve girift bir hale gelmiş olan ihtiyaç ve vazifeler karşısında insan zekâsı kolaylık çareleri aramak mecburiyetinde kalınca hak ihmal edilir, iradeler zaafa uğrar. Nifak, yalan, hile, aldatma, baskı, tembellik gibi gayr-i meşru araçlar en kısa yol zannedilir... Böyle bir çevrede istikameti/dosdoğru olmayı muhafaza etmek, hayatı terk etmeğe muadil zorlukla karşılaşır.
Cemiyet birliğini kaybetmeğe başlamıştır. Nihayet cemiyet perişan olacak ve ferdin de hali, belki geleceği yıkılacaktır. Böyle perişan bir çevreye karşı galip gelmek bilhassa doğruluk hissinden ayrılmadan meşru ve doğru yollardan galip gelmek, doğru olmayan araçlara tenezzül etmeden galip gelmek, bütün zorluklara ve hattâ imkânsızlıklara rağmen vazife hâline gelirse işte bu vazifenin ifası
“Kim ümmetimin fesadı zamanında sünnetimle amel ederse, ona yüz şehid ecri vardır.” hadîs-i şerîfi gereğince yüz defa şehid olmaya azmetmek kadar şerefli olur