Atatürk, bütün hareketlerini, bilgiye, ilme dayatırdı. O aynı zamanda en büyük sosyolog ve psikolog idi. Ulusunu tarihi ile biliyordu, halini iyice anlamıştı ve geleceği buna göre hazırlıyordu.
İkinci İnönü zaferinden sonra da Vahidettin, artık Mustafa Kemal’e asi gözüyle bakmamaktadır. Fakat, padişah, Büyük Millet Meclisi’ni tanımak için kendisine yapılan teklifi kabul etmek cesaretini göstermemişti. Mustafa Kemal’e karşı verilen idam hükmünü kaldırmak kararını da verememiştir. Vahidettin, bu hareketleriyle, bir İngiliz harp gemisiyle kaçmaktan başka bir şey yapamaz bir hale gelmiştir.
Eylül 1919 başlarında milli harekete karşı mücadeleye atılan Çerkes Ahmet Anzavur’a, Vahidettin, 11 Nisan’da (1920) paşa unvanı tevcih etmiştir. Fetvaya ve kendi beyannamesine (11 Nisan 1920) dayanan Damat Ferit, Mustafa Kemal’e karşı son darbeyi indirmeye geçmişti. Anayasaya aykırı olarak “Kuva-yı Milliye” kurmak töhmetiyle İstanbul’da bir divanıharp, Mustafa Kemal’i idama mahkûm etmiş ve hüküm 24 Mayıs 1920’de, padişah tarafından tasdik olunmuştur. Fransız Başvekili Briand ise, 25 Haziran 1920’de, Fransız Meclisi’nde Mustafa Kemal’den ve Kuva-yı Milliye’den “Bizde bunlara, yurtsever insanlar denir” şeklinde bahsetmiştir.
Herkesin bildiği ve kabul ettiği gibi bir Müslüman da laik olabilir, bir Hıristiyan da, bir Ateist de: “Laik devletten yana olan herkes laiktir”; çünkü laiklik inançların yerine geçen bir uygulama değil, hepsinin aynı anda bir arada yaşamasına olanak tanıyan bir yönetim ve yaşam biçimi ilkesidir.
25 ŞUB Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda değişiklik yapılarak dinin siyasette bir araç olarak kullanılması yasaklandı, bunun vatana ihanet suçu olduğu kabul edildi.
16 KAS Son Padişah Vahdettin, İşgal Orduları Başkomutanı Harington’a bir yazıyla başvurarak, İstanbul’da hayatının tehlikede olduğunu ve İngiltere’ye sığınmak isteğini bildirdi.
17 KAS Vahdettin, bir İngiliz gemisi ile ülkeden kaçtı.
(…) gözyaşlarından utanmamız gerekmiyordu, çünkü gözyaşları, bir insanın, cesaretlerin en büyüğüne, acı çekme cesaretine sahip olduğuna tanıklık ediyordu.
Şimdi bize, insanı kabaca her şeye alışabilen bir varlık olarak tanımlayan Dostoyevski’nin sözlerinin doğru olup olmadığı sorulacak olursa, cevabımız, “Evet, insan her şeye alışabilir, ama nasıl olduğunu bize sormayın,” olacaktır.