‘Yine yağmurlu bir akşam kol kola yürüyememişiz. Sen, ıslanmayayım diye şemsiyeyi en çok bana tutmamışsın. Benim aklımda ıslanan omzunda, saçlarında kalmamış...’
“Öyle bir gülüşü var ki; balık görse unutmaz, kelebek görse ömrü uzar. Öyle bir gülüşü var ki; yaza çevirir kışları, papatyadan taç giyer iklimim... Öyle bir gülüşü var ki; sanırsın uzaya ilk roketi yollamışız, sanırsın eriğin kilosu bir liradan ucuz, sanki güzelliği yedi cihana ibret olsun diye yaratılmış. Öyle bir gülüşü var ki; görünce gökkuşağında sekizinci renk çıkıyor. Öyle bir gülüşü var ki; sanırsın mevsim hep bahar... Öyle bir gülüşü var ki; sanırsın Türkiye dünya kupasını kazanmış. Lisede son iki dersin beden olduğunu öğrenmek gibi, avuçlarındaki kuşların gökyüzüne bırakmak gibi. Öyle bir gülüşü var ki; kahve gibi... Bir kez bakınca hatırını ödemek için kırk yıl yanında olmayı istemek gibi...”
Bu dünya adını bile duymadığınız, yüzünü hiç görmediğiniz, belki de ömrünüzde hiç rastlamayacağınız, tanımadığınız bir insanla aynı acıları paylaştığınız tek yer yarım kalmış bir kitap satırı olabilirdi.