Gidenlere hep öyle gelir; bir şey unutmuşlar gibi. Oysa zaten bir şey unutmak için gider insan. Giderken bir şey unutmak sorun değil; insan çok daha büyük bir şeyi unutmak için gider. Geride kalanların ne anlamı olabilir ki?
Artık kimseler inanmayacak bir zamanlar bir kalbim olduğuna. Kimseler inanmayacak bir zamanlar bir yaranın hatırına gözlerimden kan akarcasına, şah damarım çatlayacakmışcasına sustuğuma. Bir ismim olduğuna. Yaşadığıma. Kimse inanmayacak.
Bunun aslında parayla alınıp satılan bir şey olmadığının elbette farkındaydılar ama aynı zamanda parayla satın alınabilir olmayan bir şeye insanların daha çok para verebileceklerini de gayet iyi biliyorlardı.
Yalnızlık, insanı ve evi sessizleştiriyor. Hayatı da. Dışarıdan gelen hiçbir gürültünün şiddeti, yalnızlığın uçsuz bucaksız sessizliğini bozmaya yetmiyor.
Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya’nın şahidi olmaktı.
Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı.
Ama bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. Macera ise büyük bir ibadettir; çünkü O’nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim.
Düşlerin, uyku esnasında ruhun bedenden ayrılıp çeşitli yerlere gitmesinin bir eseri olduğu malumdu; uyku esnasında ruh bedenden ayrılıp diyar diyar gezdiğine göre, ruhun zaten gidebildiği bu yerlere bir de bedenin kalkıp binbir zahmetle gitmesi abes olurdu.
“Yol” kelimesi hemen zihnimizde birtakım anlamlar çağrıştırıyor. Yol deyince rehber lazım, yol deyince bir başlangıç lazım, bir son lazım, yol deyince bir hedef lazım. Yolun sonunda bizi bekleyen bir akıbet lazım. Yol ifadesi onun için çok önemlidir.