Ben Ölmeden Dalga dalga yayılan soğuktan gözlerinin kenarlarında sıcak yaşlar hissetti. Anayola baktığı zaman bineceği otobüsün duraktan ayrılmakta olduğunu gördü. Otobüse uzun uzun iki ıslık çaldı. Otobüs durdu otobüsteki bütün çiftli koltuklara bayanlar tek oturmuştu. Bayanların birinden izin isteyerek yanına ilişti. Eskiden olsa koltuktan
“ Akreple Yelkovan ”
Geçmişin hatırına, akreple yelkovan geri döner mi? (Sahnede ki bankta oturan Aslı, cep telefonuyla oynayıp saçma sapan fotoğraflar çekmektedir. Sağ taraftan sahneye giren Alp, Aslıyı görür. Göz göze geldiklerinde fonda bir aşk şarkısı başlar, ardından ışık loş hale gelir. Sahne normale döndüğünde Alp tereddüt eder ama sonra Aslının yanına
Reklam
Bu arada, bu acı ve insanı, kafasını bi yerlere vurduracak gelişmeler, şu diyaloglarla, biraz da olsa dağılıyor: "Ahmet, söyle bakayım, Avusturya neresidir?" "Evendim.Alaman gıralının memleketi." "Amma da yaptın ha, sen söyle bakayım İbrahim, Ahmet'in dediği doğru mudur?" "Ahmet doğru dimedi evendim." "Peki sen doğrusunu söyle." "Evendim. Alamanya, Avusturya gıralının memleketidir." "Seninki daha enfes oğlum!" Yahut: "Ali, söyle bakayım, Avusturya'nın başkenti neresidir?" "Vıy-ana evendim." "Ya Macaristan'ınki?" "Budu pişti." Çalışkan çocuğa ne dersin:Aferin! ''Acep bu Avusturya memleketinde bizim İstanbul kadar büyük şehirler var mı?" "Ülen sen ne diyon, geçen Boşnak Ahmet anlatıyordu, dinlemedin mi? Avusturya'nın köyleri bile bizim İstanbul'dan büyüktür..." "Bırak şu Boşnağı. Senin aklın kesmeyo mu ki, yedi düvelde İstanbul gibi bir şehir yoktur." Öteden birisi anlatıyor: "Bu Avusturya'da zorlu avratlar varmış derler." ''Bıırakın şu gök gözlü Frenk avratlarını be! Onların iyisi mi olur hiç? Sen kara Fadime'den geçme yine." Bir Konyalı soruyor: "Bizim Konya'nın divlek (kavun) zamanı geliyor. Acep orada da divlek bulunur mu ki?" Boşnak Ahmet cevap veriyor: "Hemşerim, orada kokoroz dedikleri mısırlı patatesten başka bir şey arama." O anda Mehmetçiklerin hepsinin birden canı sıkılıyor, kimi memleketinin üzümünü, kimi karpuzunu, kimi kavununu, şeftalisini, bin bir meyvesini anlatmaya başlıyorlar ve bu defa muhabbet kendi köylerine, kendi yurtlarına ve Fatma'lara doğru gidiyor.
İhtiyacı olana kadardır insanın bir insanla beraberliği Hele bir hafiften ayağın burkulsun sen o zaman gör Ağlayamazsın tek başına kaldığında utanırsın birileri görecek diye Lanet olsun seviyorum her hatasına rağmen der şikayet edersin tanıdığına tanımadığına.. Yırtık elbisen altı delik ayakkabın gelir aklına , Soğuk kış yada yağmurlu
Vaka-i Vakvakiye
17. Yüzyılın ortalarında Osmanlı'nın ekonomik olarak dara düştüğü bir zamanda askerlerin maaşları ciddi oranda azaltıldığı için, hergün kaynayan tencereler artık kaynamaz, esnafa borçlarını ödeyemez, Pazardan geçemez olmuşlardı. Kuru ekmeye talim etmeye başlayan askerler arasında huzursuzluk baş göstermiş. Bu vesileyle Hal-i pür melallerini
Güç, adamların olsun; güç ille de benim olsun diyen adamların olsun. Benim “güç” ve senin “güç(!)” dediğin anlayışım için önce anlayışımın gücünden geçmen gerek. Neyse zaten yine duymadın hatta dinlemedin adam! Dinlemek güçtür. Bölünmeden dinlenen kadınsa kendi kendine anlatıyordur fikrini... her daim, hayatın her alanında olduğu gibi.✍🏻
202 öğeden 181 ile 190 arasındakiler gösteriliyor.