Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

diyar.

diyar.
@diyarakt
Sabitlenmiş gönderi
güneş'in gökte dikilip durmasından usandım; artık dünya'nın sözdizimi bozulsun, oyun kâğıtları, kitabın sayfaları, yıkım aynasının tuzla buz olmuş parçaları birbirine karışsın diye bekliyorum.
Reklam
%20 (87/428)
Seks ve Ceza
Seks ve CezaEric Berkowitz
8.5/10 · 575 okunma
diyar.
@diyarakt·Bir kitabı okumayı düşünüyor
Tanrı ve İnsan
Tanrı ve İnsanMeister Eckhart
8.2/10 · 27 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
diyar.
@diyarakt·Bir kitabı okumayı düşünüyor
Mekanın Poetikası
Mekanın PoetikasıGaston Bachelard
8.3/10 · 195 okunma
Gerek dışımızda gerek içimizde, gerek kamusal gerek özel yaşamda karşılaştığımız yabanıl hayvan. Kenti yaşamanın suçlu bir biçimi vardır: Yırtıcı hayvanın koşullarını kabul edip yesin diye çocuklarımızı önüne atmak. Yalnızlı-ğı yaşamanın suçlu bir biçimi vardır: Pençesine diken battığı için vahşi hayvanın zararsız hale geldiğini sanıp keyfine bakmak. Öykünün kahramanı, kentte mızrağını ejderhanın boğazına dayayan, yalnızlıkta da gücü kuvveti yerinde aslanı evcil hayvan ya da bekçi gibi yanında tutan, ama onun vahşi doğasını gizlemeyen kişidir.
Reklam
bu, dünyaya yansıyan bir gücün öyküsü müdür, yoksa içedönüklüğün güncesi mi?
Yıllardır burada hapsolmuş yaşıyorum, başımı dışarı çıkarmamak için binlerce neden arıyor, içimi rahatlatacak tek bir neden bile bulamıyorum. Acaba kendimi anlatabilmek için daha dışadönük olmadığıma mı yanıyorum?
Yazılı söz her zaman, yazmış olan ya da okuyacak olan kişinin silinip yok oluşunu kale alır. Dilsiz doğa sessiz konuşmasında insan konuşmasını da kapsar.Ama unutmayalım ki, çölde, cengelde ya da Robinson'un adasında değiliz, kent şuracıkta, iki adım ötemizde. Keşişlerin tablolarının arka planında hemen her zaman bir kent vardır. Dürer'in bir baskısında oymalı alçak piramitler gibi dört köşe kuleleri ve sivri damlarıyla koca bir kent görünür, ön planda bir tepeye yaslanmış duran ve küçücük görünen keşiş, kente arkasını dönmüş, başında keşiş kukuletası, gözlerini önündeki kitaba dikmiş okumaktadır. Rembrandt'ın bir karakalem çalışmasında kent, başını yana çevirip bakan aslanın üstünde yükselir; geniş kenarlı bir şapka giymiş olan keşiş ise, bir ceviz ağacının gölgesinde, huzur içinde kitap okumaktadır. Akşam olunca keşişler birer birer ışıkla aydınlanan pencereleri görürler, rüzgâr dalga dalga şenliklerin müziğini taşır. İsteseler, çeyrek saatte insanların arasına karışabilirler. Keşişin gücü ne kadar uzağa gitmiş olduğuyla değil, gözden hiç yitirneyeceği kadar yakınında olmasına karşın kentten kopuşuyla ölçülür.
Mürekkebin yollarından, gençliğin savaşçı atılganlığı, varoluş kaygısı, serüven gücü, yazılıp karalanmış ve buruşturulup atılmış sayfaların kıyımında yitip gitmiş, dörtnala uzaklaşıyorlar. Ve sonra gelen kâğıtta kendimi, yıllardır hücresinde herkesten uzak yaşamış, elindeki fenerle sayfaların dipnotlarıyla dizinlerin göndermeleri arasında unutulmuş bir bilgiyi arayan kitap kurdu, yaşlı bir keşiş kılığında buluyorum.
Yazı, bütün bunları kehanet gibi bildirip, tragedya gibi arıtır. Yani, boşuna dert edinmeye gerek yok. Peki, yazının, insan türüne ya da en azından uygarlığa veya hiç olmazsa belirli gelir gruplarına özgü gizli bir yönü mü var? Peki ya ben? Salt benim olduğunu sanıp yazdığım onca (az ya da çok) şey ne olacak? Bireysel yazgımın, "ben"imin ya da şimdilerde dedikleri gibi "yaşantı'mın güvensiz topraklarındaki adımlarıma eşlik etmesi için çağırabileceğim bir yazar gölgesi varsa, o da ancak Grenoble'lu Bencilin gölgesi olabilir, bir zamanlar sanki ondan yazmam (ya da yaşamam: Onda ya da o zamanki bende bu ikifiil birbirine karışıyordu) gereken öyküyü beklercesine okuduğum, dünyayı fethetmeye çıkan taşralının gölgesi. Acaba bu önümdeki tarot kâğıtlarından hangisi çağrıma yanıt verip vermeyeceğini gösterebilir? Yazmadığım romanın kâğıtları mı: Aşk ve onun harekete geçirdiği bütün enerji, korkular ve aldatmalar mı, tutkunun utkulu araba'sı mı, mutluluk sözü verip boş yere umutlandıran Dünya mı? Ama burada yalnızca sürekli yinelenen aynı sahnelerin baskılarını görüyorum: Arabanın her günkü tekdüze gidişi, magazin dergilerinin resimlediği şekliyle güzellik. Ondan beklediğim reçete bu muydu? (Hem roman, hem de romanla belli belirsiz akrabalığı olan başka bir şey, yani "yaşam" için?) Bütün bunları bir arada tutup, şimdi kaçıp giden ne?
Reklam
düşte yazgı konuşur. eyleme geçmekten başka yol yok.
Oysa bir soru, arkasından çorap söküğü gibi o zamana kadar hiç sorulmamış başka soruların da geleceği tek bir soru sorması yeterliydi. O zaman, yüzyıllardır yeraltında saklı çömleklerin dibine çökmüş tortular eriyecek, deprem tabakalarının arasında ezilip kalmış eski çağlar sıvılaşıp akacak, gelecek geçmişi geri alacak, binlerce yıldır bataklıklarda kömürleşmiş bolluk günlerinin çiçek tozları, yılların kuraklığı üstünde uçuşmaya başlayacaktı...
lacancılar üşüşün
Kentliler, ölüm düşüncesini uzaklaştırmak için, cesetleri buraya taşıyıp gelişigüzel gömerler. Ama sonra, ne kadar uzaklaştırmış olurlarsa olsunlar, ölüm düşüncesi gene kafalarına takılır, cesetlerin iyice gömülüp gömülmediğine, ölü olduklarına göre ölülerin yaşayanlardan gerçekten de farklı olup olmadığına bakmaya gelirler, aksi takdirde yaşayanlar yaşadıklarından pek de emin olamazlardı, di mi ama? Bu yüzden, oradan oraya taşı, göm, çıkar, başımı kaşıyacak vaktim kalmıyor!
1.690 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.