"Israrlı bir hayali içinde büyütebilmek için insanlardan uzaklaştım. Onun bir gün yeniden bulunacağı hayalini."
İran'ın parıltılı zamanlarından gelen bir yazmanın peşine takılıyor Benjamin.
Ömer Hayyam kuşkusuz kahraman olmaktan çıkıp, odanızda yaşayan bir arif gibi dikiliyor karşınızda.
Hasan Sabbah'la Nizamülmülk'le karşılaştırıyor sizi, doyasıya bir tarih penceresinden değil de sanki yan evde oturuyorlarmış gibi bir his doğuyor içinize.
Dünyayı gözlemleyen Ömer Hayyam, o dünyayı korumaya çalışan Nizamülmülk ve yine o dünyaya dehşet saçan Hasan Sabah'la başbaşa bir kaç gün hiç fena sayılmaz.
Alınan notlar, kuşkusuz bir kurgunun içinde olduğunuzu haykırmaya devam ediyor ama o tarihin sıralanış serüveni oluş bitiş aşaması bilimsel kurgu silsilesinden de çıkarıyor edebi bir metin haline geliyor "Semerkant"
Avrupa değil, Anadolu değil. İran sanki yalpalayan bir gemi gibi. Belki de o yüzden Ömer Hayyam ismi "Titanic" ile anılmaya devam ediyor.
Diyor ya, o günden sonra dünya her gün biraz daha kana boyandı, biraz daha gölgelendi diye.
1912 yılı bir geminin batışı, bazı insanların denizde boğuluşunun yanında her şeyin gerçekten başladığı yıl olabilir belki.
Okumak kuşku yok ufkunuzu başka bir yöne daha çeviriyor ve bazen çevirmek yetmiyor oraya gitmek gerektiğini söylüyor.
Sırada Semerkant var ey Drina Köprüsü. Senden sonra Semerkant var.
Keyifli Okumalar.