Gökkuşağı gibi sar velvele ufkumu...
Matem kadar acı, soluk soluğa gündüzler...
Bir bayram sabahı mı bu?
Yoksa şefkatten deryalara dalan bir çift göz mü donan?
Kıpkızıl hedeflerin tam orta noktasında...
Her akşam gurupla ayrılan heyecanın kucağında
Görünen sensin.
Bırak kırkikindi yağmurları
Saçlarında gezinsin.
Hayretengiz bakışları avuçlayıp
Güneşe serp.
Ve öylece kal,
Bocaladığın anlamların sırdaşı olarak.
Ben,
Bedenî hazların istisna olduğu benliğimde,
O beden tabutunun en derininde,
Coşkunun esiriyim ama sen,
Ummanında kaybolduğum nursun
Semavîliğe ramak kalmış şu dakikalarda,
Beni hayalinle korursun.
Aranan yine sensin saikalarda.
Kudsî perdelerin kalktığı anlarda,
Özlemimsin sen.
Kendisinden başka ilâh olmayan Sübhân! Zalimlerden oldum ki merhamete muhtacım. Huzuruna alsan da beni böyle perişan
Benim hakkımda olan hükmün başımda tacım.
...
Yürü sultanım yol senindir!
Aşk vadisinde mühür senin
Söz senindir hal senindir.
Muhabbetin adı sensin.
Varlıkların tadı sensin
Yürü ve selamını ilet
Gözü yaşlı ümmetinin
Sensiz bunca yetimin
İlet selamını
Ahir zamanın ahını
Yüceler yücesine ilet
...
Senin için
Siyah yünden çizgili bir cübbe dokunmuştu, Kenarları beyazdı.
Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın. Ve mübarek ellerini dizine vurarak:
"Görüyor musunuz ne kadar güzel" demiştin. Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti: "Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah, onu bana ver."
Niye istemişti ki senden! Sevdiğini bile bile, İstendiğinde katiyen hayır demediğini bile bile! "Peki" dedin o zata.
Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin. Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı Aynı cübbeden yine diktiler Ama giyinmek nasip olmadı.
"...
Ey Hamza! Uhud'u her anışımızda kaç mümin girmek ister mızrakla senin arana?
Kaç mümin keşke ben öleydim, keşke mızrak benim sineme saplansaydı der?
..."
Fahri Kainat savaş meydanını geziyor; Yaralananlar, şehid olanlar....
Efendimiz bir şehidin baş ucunda duruyor. Boğazından bir okla vurulmuş... Bu şahıs bir çöl Arabıydı. O da efendimize gelmiş ve müslüman olmuştu. Ganimet hayvanlarını Peygamberimiz'in karargâhının arkasında otlatıyordu.
Efendimiz ona da ganimetten bir pay ayırmıştı. Kendisine getirilen ganimeti aldığı gibi peygamberin yanına gelmiş: "Yâ Resûlallah bu nedir?" diye sormuştu.
"O senin payındır" diyince efendimiz.
Yâ Resûlallah, demişti adam,
"Ben bu ganimet mallarını almak için müslüman olmadım."
"Ben" demiş ve eliyle bağazını göstererek devam etmişti;
"Ben şuramdan bir okla şehid olmak için müslüman oldum."
Fahri Kainat ona: "Eğer sen doğru söylersen, Allah da seni doğrular" demişti. Şimdi tam dediği yerden bir okla şehid düşmüştü Hayber'de, Efendimiz cübbesini çıkarıp onun üzerine serdi, Ve cenaze namazını kıldı. Namazdan sonra şöyle dua etti: "Ey Allahım, bu kulun senin yolunda şehid olarak öldürüldü. Ben şehadet ediyorum."
Ben, böyle olmamalıydım
İsmini duyunca, boynum düşmeliydi omzuma
İçime bir ateş düşmeliydi
Ayaklarımın feri kesilmeliydi
Kendimden geçmeliydim sonra
Adını sayıklamalıydım, adımı unuttuğumda
Ama bunu kimse duymamalıydı
Seni, mahşere kadar saklamalıydım
Ben böyle olmamalıydım
Nisan akşamlarını ıslatırken yağmur
Bahar, şarkılarını söylerken karanlığa
Çalan her kapıya sensin diye koşmalıydım
Gece yıldızlarını serpince göre
Seni görmek için uyumalıydım
Ayak sesleri gelmeliydi uzaktan
Ben hep sana yormalıydım
Şarkılar kime söylenirse söylensin
Sana diye dinlemeliydim
Türküler dolmalıydı odama
Ben bir selvi boylu yârdan ayrıldım deyince bir ses
Selvi boylu yâr sen olmalıydın
Kömür gözlüm ateşine düşeli
Senin için söylenmiş söz olmalıydı
Ama bunu kimse bilmemeliydi
Seni mahşere kadar saklamalıydım...
Sevgili!
Hakîkî âşıkların sana doğru uçarken,
Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
Dünya güzelliğiyle kollarını açarken,
Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
Ağlayarak süslediler ölüme...
Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler.
Sen yokken,
Dursun Ali Erzincanlı
Sen vardın
Bedir kârdı,
Uhut dardı
Hendek yârdı.
Yiğitlerin vardı.
Ölmek için yarışan yiğitlerin...
Hele bir Enesin vardı senin.
Uhut'ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına,
Niye burada oturuyorsunuz diye sormuştu.
Onlar da
'Allah'ın Rasulü öldürülmüş deyince
'Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız?
Kalkın ve O'nun gibi ölün! Demişti.
Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü.
Hem de ne şehit ey nebi!
Vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi.
Kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...
Dursun Ali Erzincanlı