Işid zulmünü, mültecileri ve Yezidileri konu alan bir roman. Fena değildi tamam ama ara sıra 'amacın ne Livaneli?' demekten kendimi alamadım.
Olaylar Mardin'de geçiyor. Livaneli Mardin'i anlatmış ama nasıl anlatmak bu? Anlattığı Mardin'in gerçek Mardin ile bir ilgisi yok. Yezidi bir kızla evleneceği için sokakta silahlı saldırıya uğrayan Mardinli bir kahramanımız var... Mardin işidçi'lerin kol gezdiği bir yer olarak tasvir edilmiş.
"Canım fena halde içki içmek istiyor, ama bu devirde bu şehirde içki bulmanın çok zor olduğunu biliyorum. Oysa mahlepli Süryani şaraplarıyla ünlü bir yerdi buralar... Ama şimdi iyice içine kapanmış, sertleşmiş öfkeli bir İslam'ın gölgesi altında kararan bir şehir... Evlerde de rakı içilirdi, mahlepli Süryani şarabı yudumlanırdı ama lokantalardan yayılan yoğun rakı-kebap karışımı koku bambaşkaydı..." diyor Livaneli. Araştırıyorum, Mardinli Mustafa Aydın'ın yazısını buluyorum. "Şehrin bu şöhreti ne zaman nerede işitilmiş? Mardin’in hiçbir zaman böylesi bir şarap kokusu şöhreti olmamıştır oysa." cevabını alıyorum.
Mardin Ulu Camii için bir Hristiyan mimar yaptırmış diyor Livaneli bu bilgiyi araştırdığımda da böyle bir kesin bilgiye ulaşamıyorum.
Beni rahatsız eden diğer bazı kısımlara da burada uzatmamak için yer vermeyeceğim, ayrıca Livaneli'nin 'Huzursuzluk' romanında Mardin hakkında verdiği ve benim fark etmediğim daha birçok yanlış bilgiyi Mardinli Mustafa Aydın'ın yazısından öğrenip şaşırıp kalıyorum...
Tamam bu sadece bir roman olabilir ama bu kitabın başka dillere çevrildiğini düşündükçe tuhaf oluyorum...