Hayatımızda çok fazla “ideal” var. İdeal kilomuz, ideal eşimiz, ideal işimiz, ideal evimiz… Sayıca çok olmasına rağmen ideal olanın ne olduğu hep bir muamma. Hiçbir zaman erişemeyeceğimiz ne varsa hepsi ideal olan, yani peşin hükümle sahip olamayacaklarımızın tümü.
Toplumun kuralları, beğenileri değiştikçe neye sahip olmamız gerektiği de değişiyor. Bu hikayeyle; biz değiştikçe, ideal olan hep başka bir şekil alıyor. Tıpkı roman kahramanımızın ideal defterini araması gibi. Sevgilisi Jonas’ın ölen annesini karış karış her sokakta bulmaya çalışması gibi imkansız bir arayış bu. Çünkü ideal defter, içinde ideal olanı barındırmalı. Öyle bir büyüklükte olmalı ki hikaye ne taşsın ne de sayfalar boş kalsın. Oysa ne yazacağımız her an değişiyor, puntolarımız büyüyor, küçülüyor, bazen susuyoruz, bazen anlattıkça nokta koyamıyoruz. İşte böyle ideal defter, asla bulunamayacak ama bulunmaması başlı başına bir hikaye yaratacak. Zaten yazarın da söylediği gibi “İnsan birini en iyi şekil değiştirdiği zaman tanır.” Bu bir kendilik hikayesi. Lozano’nun genç yaşında ödül almasına şaşırmıyorum. Nergis Gürcihan’ın harika çevirisiyle tadı damağımda kaldı. Müthiş bir kitap