Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gül kokuyorsun bir de Amansız, acımasız kokuyorsun Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun Hırçın hırçın, pembe pembe Öfkeli öfkeli gül Gül kokuyorsun nefes nefese... Foto Berlin'den bahçeden
Edip Cansever'den İlhan Berk'e... "Düzeltemiyorum hayatımı. Neresinden çeksem, öteki yanı bozuluyor. Gel İstanbul'a. Konuşmadan dolaşalım. Tepelere çıkalım tepelere, uçmayı duymak için. İnimdeyim, dükkanın üstünde. Şiir, belki biraz şiir."
Reklam
Kardeşim Erdal! (Ben Edip) Mektubunu, çok sıkıntılı bir günün en korkunç noktasında ele geçirdim. Bütün gece şişman ve iyi kalpli bir adamla bakıp bakıp içtik. “Nereye baktınız?” diyeceksin, bilsem söylemez miydim. İki marul yediğimi, sarışın bir kızla konuştuğumu, şişman adama elimle “hadi eyvallah...” dediğimi hatırlıyorum sadece. Bunu şimdi hatırlıyorum. Simsiyah bir geceden bunlar kalmış aklımda. Bir de o korkunçluk noktasındaki ışık. Sana mektup yazacağımı biliyor muydum ne... Ya dünkü gün; o neydi o... Sur dışlarına çıktım, mezarlıklara gittim, mezarlıktaki bir havuz beynimi deldi. Suyun bu kadar katı olduğunu bilmezdim. Sonra bir karga gördüm galiba. Karga mıydı, yoksa kuş türlerinin hepsi birlikte mi uçuyordu, kestiremedim işte. Kimse ölmedi. İşim vardı oralarda; bir gün önce düşündüğümü aramaya çıkmıştım belki de. Olabilir (Ne güzel kelime şu “olabilir”). Sur kapısında bir eskici duruyordu. İğnesi, çekici, tanrısıyla duruyordu. Yanındaki tasa bir kösele parçası koymuş, onu cızırdatıyordu. Bendeki bir bakış daha doğrusu bir merak ipliği gidip geldi. Yaşasın dünyanın bütün surları! Sonra mezarlıklara girdim, biraz yürüdüm, çay içtim, bostanlara baktım (akşam yediğim marulları, bostanlara bağlayabilir miyiz). Dönüyordum galiba. Başladım “sıkıntı” kelimesini kurcalamaya işte. Önce şunu icat ettim: Sıkıntı, insanın iki nokta, daha doğrusu iki ölüm arasında olduğunu bilmesiydi. Ne olursa olsun böyleydi bu. Hareket noktamı bulmuştum. Düşünmeye başladım. Neyi? Kesin sıkıntıları: ------------------------------------------ Edip Cansever'den Erdal Öz'e Mektuplar 4 Nisan 1958
Eminönün'den ayrılıyoruz. Vapur dolu. Kaç kişiyiz bilmiyorum, sayısı belirsiz ve önemli olmayan bir kalabalığız işte. İnsan ve düşünce kalabalığı... Vapurun kıç kısmındayız ve yüzümüz Eminönü'ne dönük. Bir Yeni Camii'ye bakıyorum, bir Süleymaniye'ye. İkisi de devasa. İngilizce'de monumental diyorlar bu büyüklüğe... Maddi
Edip Cansever'den bir şiir: "Sana her zaman söylüyorum senin yüzünde gülmek var Bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa"
219 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.