Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.38
elvan bağatur
elvan bağatur
@elabgtr8
* Honesty is the first chapter in the book of wisdom.
(Thomas Jefferson)
106 okur puanı
Ekim 2015 tarihinde katıldı
Kadına Dair Her Şey...
Bir kitabı, okuma ve okumama nedenlerimiz vardır. Ve eminim ki bir çok kişinin bu kitaba yaklaşımı yazarın siyasi kimliğinden geçiyordur. Kitabı okumamak için bir çok kez ön yargı ile yaklaşılmıştır.
Ama en büyük hatamız zaten bir şeylere karşı ön yargılı olmamız değil mi? Ama biz hala ön yargı ile yaklaşalım bir şeylere. Bir kitabı okurken, bir kişiden bahsederken, bir şeyi savunurken, konuşurken, gülerken, kendimizi veya bir başkasını ifade ederken hep ön yargılı olalım değil mi?
Kitaplar okunmak için vardı değil mi? Kitaplar gerçek yaşamlardan kesitler sunardı değil mi? Okurken kendimizden bir parça bulurduk her bir satırdan değil mi? O halde kitabı okurken yazarın kimliğine bakmaksızın kendimizden, yaşamımızdan, çevremizden kesitler bulabiliriz hala. Ön yargılara gerek yok değil mi?
Kitap 12 hikayeden oluşuyor. Her bir hikaye birbirinden değerli ve etkilenmekten kendimi alamadım. Ne de güzel kaleme almış yazar KADINI, ayrıca hem çok akıcı hem de çok basit bir dille yazılmış.
The Pearl
It is the story of a pearl diver, Kino, and explores man's nature as well as greed, defiance of societal norms, and evil. Steinbeck's inspiration was a Mexican folk tale from La Paz, Baja California Sur, Mexico, which he had heard in a visit to the formerly pearl-rich region in 1940.
Benim de bu kitap için yapmak istediğim inceleme tam anlamıyla kitabın sonunda yer alan şu cümlelerle ifade edilebilir: "Fahrenheit 451'i okurken Guy Montag'ı, yaptıklarını niçin yaptığını anlamamıştım ancak onu motive eden kitap sevgisini kavramıştım. Kitaplar hayatımdaki en önemli şeydi. Devasa, tüm duvarı kaplayan televizyon fikri; televizyondaki insanların benimle konuşması, eğer elimde bir senaryo olsa benim de olan bitenin bir parçası olmam fikri kadar fütüristik ve inanılmazdı. Fahrenheit 451 asla favori kitabım olmadı, olamayacak kadar kasvetli ve karanlıktı."
Bu kitabın benim de favori kitaplarım arasında yer almayacağını biliyorum ama 'asla' demek bu kitap için haksızlık olur hele ki alışılmış birçok tekdüze kitaba kıyasla.
Amerikan edebiyatının önemli isimlerinden Ray Bradbury’nin başyapıtı diyebileceğimiz Fahrenheit 451, eşi benzeri olmayan bir distopya ürünü.
Okur Takip Önerileri
İnsan sebepsiz yere terk eder mi sevdiğini?
Elbette insan sebepsiz yere terk etmez sevdiğini, muhakkak kendince bir sebebi vardır. Ama tabi ki de bu terk ediş her iki tarafı da paramparça eder, umutsuzluğa terk eder, sol yanını koca bir boşluğa sevk eder. Evet insan sebepsiz yere terk etmez sevdiğini.
Bu kitaptaki ayrılıklar, terk edilmeler de tam da bu şekilde yani sevdiğinin mutluluğu için yapılan bir terk edilme. Tabi ki de sevenler birbirini bırakmasın ve diğer tarafı yalnızlığa terk etmesin. Ama burada iki kişinin aynı kızı sevmesi ele alınıyor böyle bir durumda daima üzülen biri olacak, yalnızlığa terk edilen biri olacak.
"Kumaş pazarlamacısı olan Gregor Samsa'nın uykusundan kocaman bir böceğe dönüşerek uyanmasıyla başlayan Dönüşüm, giderek gerçeklikle kurmacanın sınırlarını zorlayan müthiş bir anlatıma dönüşür."
İşte tam da burada anlatılmak istenen şey yani başkarakterin böceğe dönüşmesi aslında insanın ailesi tarafından, iş ve arkadaş çevresi tarafından dışlandığı, hor görüldüğü, saygı veya sevgi gösterilmediği böylece kendini işe yaramaz hissettiği durumlar olabiliyor. Bu durumda da kendini insanların sevmediği, iğrendiği, istemediği bir böcek olarak görebiliyor. işte bu kitap kişilerin kendini bir böcek gibi hissettiği zamanlarda olan ve olabilecek şeylerden söz ediyor.
Kürk Mantolu Madonna iki farklı dünyaya ait iki insanın ilginç sevdasının hikayesidir. Baş karakterler olan Raif Efendi ile Maria Puder arasında bir dostluk başlar. Bu durum giderek bir aşka dönüşür. Aslında yaratılış olarak birbirlerinin zıddı kişilikleri vardır. Maria dışa dönük ve biraz havai bir tipken Raif Efendi tam tersi içe dönük ve durgun bir yaratılışa sahiptir. Sabahattin Ali yaşanan olayları ve karakterleri o kadar yalın ve başarılı bir şekilde anlatmış ki bizlere akıcı bir şekilde okuyup bitirmeye müsait bir kitap.
Ben bu kitabı Adam Fawer e ait olduğu için hatta Olasılık ve Empati kitaplarını da okuyup çok beğendiğim için direkt aldım ama beni bayağı şaşırttı açıkçası böyle bir şey ile karşılaşacağımı bilmiyordum çünkü içeriği masalmış gibi geldi bana (tabiki yine de güzeldi) ama böylesi farklı bir anlatımla karşılaştığım için ilkin afalladım sonra okudukça bağlamaya, meraklandırmaya başladı beni. Neyseki bu tarz bir romanda okumuş oldum o da iyi.
Romandaki olaylara gelince bazen mide bulandırıcı oldu bazen hüzünlendirip bazen de sevindirici oldu. Yer, mekan, zaman, kişiler, olaylar ve olağanüstü olaylar ile farklı bir yolculuktu.
"Kabile inancı, Tanrısal birliğin önce kadını yarattığı, dünyanın da bir şarkı halinde var oluşa adım attığı şeklindedir."
Öyle bir kabile inancı ki kabile halkının birbirlerine değer vermenin, birbirlerini desteklemenin, birbirlerini anlamanın ve birbirlerine bağlı olmanın her şeyden önce geldiğini bizlere çok güzel bir şekilde aktarıyorlar. Ayrıca kendi inançlarına bağlı ama başka inançlara da saygılı bir toplum ve hem birbirleri ile hem de doğa ile zihinsel iletişim kurarak anlaşmaları onlara hayranlık ve şaşkınlık duymamızı sağlıyor.
Bir Çift Yürek, yazarın kendi kendine bastırdığı ilk basımından itibaren uluslararası bestseller olmuş ve tüm insanlığa eşsiz, zamanın derinliklerinden gelen güçlü bir mesaj iletmiştir.
Şemsi duyup da okumamak olur mu
Sözlerini bilip de sarf etmemek doğru mu
Mevlana'ya başını feda etmiş
Büyük bir aşkla bunu dile getirmiş
Nerede olursa olsun daima Mevlana demiş
Aşkın Gözyaşları o kadar güzel bir yolculuktu ki yolun sonuna gelmek bende koca bir boşluk oluşturdu. Kitap Şemsi ve hayatını o kadar güzel anlatmış ki hayatlarına o kadar güzel değinmiş ki tüylerim ürpere ürpere okudum. Çok beğendim kitabı ayrıca bir kitapta Şems'in Mevlana'ya olan bağlılığı aynı şekilde Mevlana'nın da Şems'e olan bağlılığı anca bu kadar güzel bir dille ve bu kadar güzel sözlerle dile getirilebilirdi. Serinin diğer kitaplarını büyük bir heyecanla okumayı bekleyeceğim.
21.yüzyılın en bilinen mesleklerinden ve pazarlama modellerinden biri olan Ağ Pazarlamacılığında 25 yıldan fazla tecrübeye sahip Amerikalı iş adamı Eric Worre, bu alanda başarılı olmanın sırlarını Profesyonel Ol kitabı ile paylaşıyor. Ağ Pazarlamacılığı sektöründe başarılı olmak için yapı taşı haline gelen ve dünya çapında 300.000'den fazla satan Profesyonel Ol, "Ağ Pazarlama Profesyoneli"ne dönüşme yolunda sahip olunması gereken temel prensipleri ve becerileri keyifli bir dil ve anlatım ile sunuyor.
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar.
1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.
Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.
Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli’nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.
Peri ve Abdullah, babalarıyla Kabil çölüne doğru yola çıktıklarında kendilerini bekleyen, hayatlarını birbirinden koparacak kaderin farkında değillerdir: Bazen bir eli kurtarmak için bir parmak kesilmelidir.
Nesillerden ve kıtalardan geçerek bizi Kabil'den başlayıp Paris, San Francisco ve Tinos'un Yunan adalarına doğru bir yolculuğa çıkaran Khaled Hosseini (Halit Hüseyni) yeni romanında, yaşamımız boyunca yaptığımız seçimleri, en yakınlarımız tarafından uğratıldığımız düş kırıklıklarını, bizi tanımlayan ve hayatımızı şekillendiren sınırları sonsuz bilgelik, derinlik, hoşgörü ve tutku ile anlatıyor.
Korku, hüzün, acı, vahşet ve ardından mutlu son. Cinayet romanlarını kesinlikle okumam diyordum ama elime bir şekilde geçti ve okudum. Hem kalınlığı hem de korku dolu olması beni okumaktan asla caydırmadı çünkü akıcı ve merak uyandırıcı bir kitaptı.
Kitabın başında cani olarak tanıtılan ve ablasına duyduğu sahiplenme isteğine ablası tarafından olumlu bir karşılık alamayan Josef Ek eğer ablası onunla olmazsa tüm aileyi öldürmekle tehdit eder ve öyle de yapar, tüm aileyi feci bir şekilde vahşice öldürür...
Kitabın sonuna doğru da bir başka cani ortaya çıkar o da Erik Maria Bark'ın (hipnozcu) bir zamanlar hipnoz yaptığı hastası Lydia'dır ve bu da çocukken ailesinden işkence gördüğü için şimdi de kendisi çocuklara işkence etmeye çalışıyor...
Gerçekten bir çok roman beni kendine çekerek duygumu alt üst etti ama okuduğum bu kitap 'Şeker Portakalı' beni her iki sayfasında bir ağlatıp mahvetti. İnanın ilk başladığımda bir şey anlayamadığım için bırakacaktım hem okuduğum başka kitap da vardı bu bırakmam için iyi bir neden olurdu ama devam ettim ve iyi ki de devam etmişim inanılmaz bir etkisi var romanın. Baş karakter Zeze inanılmaz biri gerçekten. 5 yaşında olan biri nasıl da böyle hareketli, akıllı, bilgiç tavırlı ve sorumluluk sahibi olabilir ki sanki büyümüşte küçülmüş. Halbuki o sadece 5 yaşında küçük bir çocuk hem herkes tarafından o kadar dayak yemesi de beni müthiş üzdü ki bu yüzden böyle küçük birinin hayattan bıkıp artık yaşamak istememesi ne kadar da acı. Bunun üzerine ne diyor 'sevgisiz hayatın hiçbir anlamı yok. Ara sıra sevgimle mutluyum, ara sıra da yanılıyorum; bu daha sık oluyor'.
Bu kitaba başlamama yazarın Sil Baştan eseri neden oldu çünkü yazarı ilk orada tanıdım. Ayrıca yazarın olaylara bakışı, anlatımındaki hem gerçek hem de gerçeküstücülük ile yoğrulmuş olay örgüsü, bilimselliğe başvurmuş olması ve karakterleri mükemmel yönlendirmesi beni bir sonraki kitabı Kayboluş 'a büyük bir tutkuyla, heyecanla yönlendirdi.
Yazar Elizabeth karakterini çok güzel bir koltuğa oturtmuş ve yanına da romanında fazlalığa sebebiyet vermeyecek arkadaşlar koymuş...
Baş karakter Elizabeth on üç yaşında epilepsi (sara) hastalığıyla tanışır. Bu hastalık ile geçirdiği zamansız krizler onu her türlü sorunla baş başa bırakır ve onun hayatında hep sınırlar oluşturur. Taki doktorunun onun beynine yerleştirdiği elektrotlar aracılığıyla 1800'lerin Victoria Döneminde Jenny 'in bedenine girip orada sorunsuz, krizsiz bir hayatta yeniden var olana kadar. Ama tabi "güzel şeyler daima çabuk biter" bu yeni ve sorunsuz hayat da Elizabeth 'i çok kötü bir şekilde köşeye sıkıştırır ve o çok sevdiği hayatta yaşamak için tutunduğu dal yaşamını bitiriverir.
