Olgunluğa erişmiş mü'minler için geceler, derûnundaki sükünet ve feyz dolayısıyla müstesna bir ganîmettir. Bu ganîmetin kıymetini lâyıkıyla bilenler bilhassa gece yarısından sonra bütün mahlükâtın istirahate çekilerek, âlemi derin bir sükûnetin kapladığı hengâmda, duâ, ibâdet ve yanık ilticâlarla Rablerine yönelmenin en feyizli zemînini bulurlar.
Hazret-i Mevlânâ, gecelerde yaşadığı aşk ve vecdi Dîvân-ı Kebirinde şöyle mısralara döker:
<Sâkî! Kadehi, aşk-ı ilâhî ile doldur!
Mestâneye, ekmek sözü etmekten uzak dur!
Sun kevseri, kansın suya hep teşne gönüller, Deryâda yüzen canlı, sudan başka ne ister.
Doldur o şerâbdan, yine doldur, yine bir sun! Dursun gece, ey dost onu durdur, ne olursun!
Vur uykumu zincirlere vur, geçmesin anlar.
Varmaz gecenin farkına, varmaz uyuyanlar>
Gece ve seherleri uyanık geçirmek husûsunda Cenâb-ı Hak, kendisinden sakındıkları için ilâhî nîmetlere mazhar olacaklarını beyân ile medhettiği o bahtiyar kulları hakkında şöyle buyurur:
"O muttakiler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devam ederlerdi." (ez-Zariyât, 17-18)
"(O Rahmân'ın kulları ki,) Rablerinin huzûrunda kıyâma durarak ve secdelere kapanarak gecelerini ihyâ ederler." (el-Furkân, 64
Diğer bir âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
"(Ey Rasûlüm!) Allah, (gece namaza) kalktığın vakit Sen'i ve secde edenler arasında dolaştığını görüyor..." (eş-Şuarâ, 218-219 ************