Ama dünyanın düzeni böyleydi şimdi. Artık görgü kurallarının hiçbir değeri kalmamıştı. Herkesle ve her şeyle alay eden o çok bilmiş komedyenler yüzünden kimsenin kimseye saygısı kalmamıştı. Hiçbir şeye değer verilmiyordu.
1980-90 yıllarında pazar günleri öğleden sonra western filmler izlerdik, hatırlar mısınız? İşte o tatta bir kitaptı “Kızarmış Yeşil Domatesler”.
( Bu arada ben şaka sanmıştım ama kitabın sonunda yemek tarifleri var ve kızarmış yeşil domates tarifi de eklenmiş, deneyeceğim )
Kitap, her okuyucunun farklı kazanımlar edineceği bir hikaye. “Bir hikaye” demişim, bir kasaba halkının hikayesi.
Okuyunca ağızda hoş bir tat bırakıyor ama, okurken zorluyor. Bir de bu bir yazım tekniğimi bilmiyorum ama yazarın deli saçması gibi bir anlatımı vardı. Bir baştan,bir sondan, bir ortadan… Kusura bakmayın ama teknik meknik değil bu, bence yazarın da kafası karışıkmış.
Yeme bozukluğu olan bir kadının, 50 yıl önce bir grup insanın hayat hikayelerini dinlerken, sıkıntısından uzaklaşması… İkinci Dünya Savaşı öncesi sosyoekonomik durum ve ırkçılık… Eş cinsellik…gibi konular işlenmiş. Ama ben hayatımda bu kadar çok karakteri Jo Nesbo kitaplarında bile görmemiştim. Öyle yordu ki, yaz yaz bitmedi yazmayı bıraktım. Ayşenin teyzesinin kızının eşinin halasının dayısının oğluna kadar anlatmış.
Aslında hepi topu on kişiyi bulmayacak karakter çevresinde kaşacakken bir bakmış yoldan geçeni de almış romana.
Bir kitabın sonu iyiyse, o kitap benim için “iyi” olmuyor. Okurken de keyif alırsam “iyi kitap” diyorum.
Gözlerimi kapattığımda Whistle Stop Kafe’de Idgie ve Ruth’la oturdum, Evelyn ile kocası Ed’e gıcık oldum, Frank Bennett ölsün diye ben de bir tane patlattım ama neden bu kadar karakter vardı yaaaa nedeeeeğğğğğn?