Açlarla güreşmeği büyük bir zafer sayan, Kafkasya-dağları'nda çığ gibi yuvarlanan Düşman üç ay içinde girmişti Erzurum 'a, Canlar dayanmıyordu bu uğursuz duruma.
El-oğlu geziyordu sevinçle Erzurumda, Dağları biz yarattık gibi hepsi kurumda. Hepsi de mala, cana, nâmûsa el atıyor, Türk gözüne bu hâller diken gibi batıyor.
Birgün geldi
“Onun dudaklarından yıllarca tek bir sohbet işitmedim. Hep derin denizler kadar heybetli bir sükût dinledim ondan. Sanki durgun ve derin bir ummanın kıyısına varmıştım. Derinliklerinde gönül ve hikmet incilerinin gülümsediği bir deniz bulmuştum. Hayatın hiçbir kasırgası, hadiselerin hiçbir fırtınası onu dalgalandırmıyordu.
O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi. Derin denizlerin işi. Sığ suları en hafif rüzgâr bile coşturabiliyor. Derin denizleri ise ancak derin sevdalar… Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor.”
O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi. Derin denizlerin işi. Sığ suları en hafif rüzgârlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ise ancak derin sevdalar... Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor.
Sabret gönül, şurada karşı kıyıya ne kaldı? Bu dünya zindanına muvakkaten mahkumsun, şükret ki müebbeden değil!...
Sabret gönlüm, yol çok uzun değil, çoğu gitti azı kaldı.