Muhatabımızın biz de eksik olan parçayı yerine koymasını, onunla bütünleşerek kusurlarımız iyileştire bilmeyi ümit ediyoruz.Oysa tamlık ve bütünlük dışarıdan değil, kendi içimizden gelmeli.
Dünya birbirini arayan ruhlarla dolu.İki satır konuşabileceğimiz, gülüşün ve hüznün kıvrımlarında birlikte kaybolacağımız sahici insana susamış durumdayız
Dünyanın daha fazla “başarılı” insana ihtiyacı yok.Daha çok hikâye anlatıcısına,daha çok barış gönüllüsüne, gönül tamircisine, sevgi taşıyan insanlara ihtiyacı var.
Arada bir kendimize sormalıyız:Son 3 ayımızın içine girmiş olsaydık, hayatımızı hâlâ aynı işlerle doldurarak yaşamayı sürdürür müydük?
Aynı insanlarla görüşmeyi, aynı kitapları okumayı sürdürür müydük?
Eğer çok şanslıysak ve her şey yolunda giderse şurda yaşayacağımız 30-35 sene kaldı.
Dünyada kalan süremiz ve rahatımız için takla atmaya, boyun eğmeye, korkup çekinmeye hiç niyetimiz yok olmadı da..
O olmadan yaşayamam dediğin gitmiş,
Evin,işin, okulun yerle bir olmuş, yaşamla kurduğun güçlü bağlar kopmuş ama sen titrek ellerinle tuttuğun sigarayı ciğerlerine çekerken hâla dünyadasın, hâla bir şeyler hissediyorsun.
“Ben dobra insanım.Kalbimde ne varsa dilimde de o vardır.Kimseden çekinmeden konuşurum,”
diyerek açık sözlülüğü ve patavatsızlığı birbirine karıştırarak insanların gönül sarayını kolaylıkla yakıp talan ederler.
Karşı tarafa yaptıklarından dolayı eleştirince de “Hak ediyordu” yada “Aman canım ne var ki bunda kırılacak” deyip pişkince hayatlarına devam ederler.
Kendi hikayelerimizde anlaşılmamak bir cehennemdir.Bir zaman sonra insan bu cehennemde “yavaş yavaş susmayı,kendini anlatmamayı” öğreniyor.
Sonsuza kadar…