"Hatırlıyor musun, bir pazar günüydü," dedi yüksek sesle; belli ki aynı düşüncelere dalmış olan kadın, "Seninle yaşadığım hiçbir şeyi unutmadım," diye usulca yanıt verdi.
Aktör ve aktris, dedi içinden, iki taraf da karşılıklı oynuyor, ama kimse kimseyi aldatmıyor. Bu gece mutlaka benim gibi onun da gözüne uyku girmiyordur.
Adam mektupları hâlâ arada sırada çıkarıyordu, ancak mürekkepleri solmuştu, sözcükleri artık yüreğine saplanmıyordu, hatta bir defasında kadının fotoğrafına bakarken korkuya kapılmıştı, çünkü onun gözlerinin rengini anımsayamıyordu.
Sarsılan bedenleri onlar anlayamadan alevler içinde buluşmuş, sayısız saatlerin ve günlerin bilinçaltındaki susamışlığını ve hasretini sonsuz bir busede kana kana içmişlerdi.
Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı.
Bu gezegen beş milyon yıl önce yoktu, o zaman doğdu. Şu anda belki de ömrünü tamamlamış durumda. Zaten insanlar politikacıların yol açtığı bu kriz durumundan kendilerini kurtarmayı başarabilseler bile, dünyanın yine de fazla bir ömrü kalmadı, çünkü güneş yavaş yavaş ölüyor.
Size yalnızca yetmiş yıl ömür biçmekle büyük cimrilik ediyorlar! Hesaplamaya çalıştığınızda ömrünüzün üçte birini uykuya, diğer üçte birini yiyecek, giyecek ve ev masraflarınızı karşılayabilmek için çalışmaya harcadığınızı göreceksiniz. Geriye kalan kısa zaman ise eğitim, futbol maçları, filmler, saçma sapan tartışma ve kavgalara gidiyor. Bu durumda yetmiş senelik ömrünüzün yedi dakikasını bile kendinize ayırabilmişseniz eğer, bence bilge biri sayılırsınız!