Tom Waits, San Diego'daki ve nihayet Los Angeles'in "aşk mekânlanındaki" yalpalayan gece çizgilerini takip edebilmek için bir yerlerde piyano çalmayı da öğrenmiş olmalı; ta ki 1972 yihinin bir akşamı Frank Zappa'nın menajeri Herb Cohen tarafindan keşfedilene kadar.
Keşfedildi mi? Bu biraz abartlmış bir ifade. Havlayan bir
köpek keşfedilmez, ancak onun tarafindan korkutulur. Bu durumda eğlence endüstrisinin çıkardığı on plaktan sonra bile bir değişim olmadı. Ritmler mi? Bunlar daha çok gettodan geler vuruntulardır. Melodileri gece kaçamağında böceklenmiş yastıkların yerine geçmektedir. Ve sesleri de kendisi bizzat tasvir ediyor: "Doğrudur, bundan böyle artık opera söylemeyeceğim. Ancak kendimi ifade etmem için sesim en uygun organımdır. Arabam için en iyi korna odur. Çaldığım zaman insanlar önümden kaçışıyor. Çocukları korkutuyor ve bana barda yer açıyor. Bir ses daha ne yapabilirdi ki!
Kesin olan bir şey var: Bu sesle Tom Waits şarkı kavramını
bir hayli geliştirmiş. Louis Armstrong, Joe Cocker, Roger Chapman, Rod Steward, Bonnie Tyler, Maggie Bell ve daha isimleri ne olursa olsun, pop müziğinin bütün büyükbaş horozları tarafindan, günde üzerinde altmış sigara söndürülen Tom Waits'in ses telleri vokal norm olarak ilan edilmiştir.
Zihin paraşüt gibidir, açıldığında işe yarar.
Frank Zappa
Beynimizin yakıtı, hiç şüphe yok ki kelimelerdir. Kelime dağarcığımız kadar düşünebilme yeteneğine sahibiz. Daha iyi düşünebilmenin en kestirme ve en ideal yolu kitap okumaktır.