Yavaş yavaş daha da önemli bir keşifte bulundum. Bu insanların deneyimlerini, duygularını birbirlerine anlamlı seslerle iletmek için bir yöntemleri olduğunu fark etmiştim. Söyledikleri kelimelerin bazen bu kelimeleri duyanların zihinlerinde ve çehrelerinde memnuniyet ya da acı, tebessüm ya da üzüntü uyandırdığını algılamıştım. Gerçekten ilahî bir bilimdi; bu bilimle tanışmayı şiddetle arzuladım. Fakat bu amaç doğrultusundaki her denememde kafam allak bullak oldu. İnsanların telaffuzları hızlıydı ve söyledikleri kelimelerin, görülebilen nesnelerle açık bir bağlantısı olmadığından, bunların neye ilişkin olduklarına dair esrarı çözecek hiçbir ipucu bulamıyordum. Ancak büyük dikkat sarf ederek ve birkaç ay döngüsü boyunca kulübemde kaldıktan sonra, hakkında konuşulan en bildik nesnelerden bazılarının ismini keşfettim. 'Ateş', 'süt', 'ekmek', 'odun' kelimelerini öğrenip kullandım. Ev halkının isimlerini de öğrendim. Delikanlıyla arkadaşının birkaç farklı ismi vardı; ihtiyarın tek ismi 'baba'ydı. Kıza 'kız kardeşim' ya da 'Agatha', delikanlıya 'Felix', 'kardeşim' ya da 'oğlum' diyorlardı. Tüm bu seslere karşılık gelen fikirleri öğrendiğime, onları seslendirebildiğime nasıl memnun olmuştum, tarif edemem. Henüz nasıl anlamam, nasıl kullanmam gerektiğini bilmediğim 'iyi', 'sevgili', 'mutsuz' gibi başka birkaç kelime ayırt ettim.