Mevlânâ'ya bir gün birisi gelir ve ona, Hz. Peygamber'in kuşağının olup olmadığını, varsa nasıl olduğunu, kaç arşın uzunlukta ve hangi renkte olduğunu sorar.
Mevlânâ;
"Bunu bilmekle ne yapacaksın, eline ne geçecek? Hz. Peygamber kuşak kullanırdı, kullanmazdı veya vardı, yoktu, bunu bilmek, sana ne fayda verecektir?" diye sorar.
O da der ki:
"Sakalım onun sakalı gibi oldu. Sarığım da onun sarığına benzedi. Hatta ayaklarımda çöl ayakkabısı var. Konya toprağında çöl terliği ile geziyorum. ... Elbisem de onunkine benzedi. Geriye acaba Hz. Peygamber kuşak kullanıyor muydu; kullanmıyor muydu? Meselesi kaldı. Bunu kimse cevaplayamadı. Onun için sana geldim. Ben ona benzemek istiyorum", der.
Mevlânâ ona cevap olarak:
"Sen bu kafayla benzesen benzesen ancak Ebû Cehil'e benzersin" dedikten sonra sözlerine şöyle devam eder: "Dış görünüş ve kıyafet itibariyle Hz. Peygamber'le Ebû Cehil arasında bir fark yoktur. Fark suretlerde değil, siretlerdedir. Sende
Hz. Peygamber'in şekil ve kıyafetinden nelerin olduğunu değil,
Hz. Peygamber'in ahlakından, dürüstlüğünden, hoşgörü ve insanlığından ne var onu söyle! Ona ancak öyle benzersin.
"( İsmil Yakıt, Hz. Peygamber'i Anlamak, İstanbul 2003, s. 41-42)