Sevdiklerimizi yitireceğimizi hissettiğimizde yüzümüze gözümüze bulaşan korku, daha önce sessiz kalmamızın ya da beceriksiz olmamızın intikamını daima alır bizden
Belki de benim asıl sıkıntım, kendimi olduğum gibi kabul edemeyişimden kaynaklanıyordu. İnsanın kendisini hiç beğenmediği yanlarıyla birlikte benimsemesi ortalama olarak insan ömrünün kaçıncı yılına denk düşüyor acaba ?!..
Kadınlar ve erkekler üzerine genel fikir ve kesin yargıya sahip insanların yüzlerine, özellikle gözlerine dikkatle bakıp, nerede incinip, nasıl bu hale geldiklerini görmeye çalışırdı Tuna.
Hem öfkesini ifade etmesini sağlayacak hem de kulağa öfkeli gelmeyecek o bol/yetenekli kelimeyi, doğru kelimeyi bir bulabilseydi. Onu sırtını acıtmadan yere yıkacak kelimeyi...
Merak edersiniz; ben ne vakit böyle oldum? Hangi dönemeçte yitirdim inancımı, iyimserliğimi, cesaretimi, girişkenliğimi? Ben ne zaman vazgeçtim aşkı aramaktan? İçsel yolculuklardan? Değişimden? Öğrenmekten? Büyümekten? Sahi ne zaman?
Yağmur yağmadığı için toprak buluttan vazgeçebilir mi? Ona gülümsemiyor diye anne yavrusundan vazgeçer mi? Tarla tohumdan, başak güneşten, böcek çiçekten vazgeçer mi? Benim senden vazgeçeceğimi nasıl düşünürsün !?..
...ama, alışkanlık da olsa, saçma sapan bir yanılsama sayılsa da, insana mutluluktan çok acı verse de aşksız geçmiş bir ömür bence fakir bir yaşamdır...
..'ama seni hiç iyileşmeyecek bir yara gibi, seni bir türlü evine ulaşamayan bir yolcunun giderek acı veren hasreti gibi, seni özgürlük düşü kuran bir idam mahkumunun kararmayan umudu gibi hep yüreğimde taşıyacağım..'demek istedi, diyemedi.