Gönderi

Günümüz etiğinin nesnel (ya da tarihsel) temeli olan kültürcülük, aslında bir turistin töre, adet ve inançlar çeşitliliği karşısında, özellikle de imgesel oluşumların (dinlerin, cinsel temsillerin, otorite tezahürlerinin, vb.) oluşturduğu indirgenmez karışım karşısında kapıldığı büyülenmeden farksızdır. Evet, etiğin asli "nesnel" temeli, doğrudan doğruya vahşilerle yaşanan sömürgeci karşılaşmanın verdiği hayretten miras alınmış kaba bir sosyolojiye dayalıdır. Kendi aramızda da vahşiler (banliyölerde yaşayan uyuşturucu müptelaları, dini tarikatlar - gazetelerin vazgeçemediği tehditkar iç başkalık numuneleri) olduğunu ve onların karşısına kendi araştırma araçlarını değiştirmeden "tanıma"sını ve sosyal hizmetlilerini sunan bir etikle çıkıldığını unutmamalıyız. Hem bariz hem de kendi içinde tutarsız bir gerçeklikle ilgili bu bayağı tasvirlere karşı, has düşünce şu ilkeyi olumlar: Farklılıklar zaten olan şeyler olduğuna ve her hakikat henüz olmayanın ol-uşması olduğuna göre, farklılıklar tam da hakikatlerin lağvettiği ya da önemsizleştirdiği şeylerdir. "Ötekini tanımak" kavramı hiçbir somut durumu aydınlatmaz. Her modern kolektif düzenlenişte, farklı yeme ve konuşma tarzları olan, başlarına farklı şeyler takan, farklı dinlere inanan, cinsellikle karmaşık ve farklı ilişkileri olan, otoriteyi ya da düzensizliği tercih eden, her yerden gelen birçok insan vardır; dünya zaten böyle bir yerdir.
·
18 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.