Kendini kaybettiğini mi yoksa bulmaya çıktığını mı kitabın neredeyse tamamı boyunca anlayamadığımız anlatıcı, bizi Amerika'dan Türkiye'ye getirir. Kızarmış palamutun kokusunu özlediğini ve aramaya çıktığını biliriz ilkin. Çocukluğunun geçtiği şehre dönmek istemiştir. Sonra şehirde sudan çıkmış balığa döner, döner, döner... Sonra kendini bulur ya da bulduğunu sanar. Ama adeta zihnimizde bir balık gibi kalır. Onun yerini, zamanını ve düşününü yakalayamayız. Adı da yoktur. Söylemez yani bize adını, belki kendi de bilmez...
Sonunu ummadığımız ya da kitap boyunca umabilecekken ummak istemediğimiz bir şekilde bitirdiği için hemen bu ruh haliyle yazdım. Dolayısıyla romanın kurgusunun bir belirsizlikler yumağı olduğu sanılmasın. Yoksa öyle mi?
Engin Geçtan bir psikiyatrist ve bizi "normal(?)" olmayan bir zihnin anne rahmine dönüş yolculuğunu anlatıyor.
Okunmasını öneririm. Çok severek, yazarın zihin dünyasına ve edebi kimliğine hayran kalarak okudum. Ruhuna rahmetle...