Dış dünyaya ve benim onunla olan ilişkime dair bu türden şüpheciliğin en uç versiyonu, benim hiçbir şekilde bir bedene sahip olmadığımı hayal etmektir. Kimyasallarla dolu bir kavanozun içinde yüzen bir beyinden başka bir şey değilim. Kötü kalpli bir bilim insanı beynime, duyusal deneyimlere sahip olduğum yanılsamasına düşecek şekilde, bağlamıştır. Bir başka değişle bilim insanı bir tür deneyim makinesi yaratmıştır. Kendi düşüncelerime sahip olduğun müddetçe, ayağa kalkıp bir gazete almak için büfeye kadar yürüyebilirim. Ancak tüm bunlar, gerçekten, bilim insanının beynimdeki belirli sinirleri uyarması ve dolayısıyla ben de bu eylemleri gerçekleştirdiğini yanılsamasını yaratmasıdır. Beş duyumuz aracılığıyla geldiğini düşündüğüm deneyimlerimin tümü, aslında kötü kalpli bilim insanının bedene sahip olmayan beynimi uyarmasının bir sonucudur. Bilim insanı, söz konusu bu deneyim makinesiyle gerçek hayatta sahip olabileceğim duyusal deneyimleri yaratabilir. Beynimdeki sinirlerim karmaşık bir şekilde uyarılması suretiyle bilim insanı, bende televizyon izlediğim, maraton koştuğum, kitap yazdığım, makarna yediğim ya da buna benzer yanılsamalar yaratabilir. Bunu gerçekleştirmek, göründüğü kadar zor bir durum olmayabilir: Bilim insanları şimdiden “sanal gerçeklik“ makineleri olarak bilinen bilgisayar simülasyonları üzerinde çalışmalar yapmaktadır.