Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

389 syf.
10/10 puan verdi
Kader Kuyusu
***Yazacaklarım, kitap hakkında ipucu içermemektedir, zira kitaba değil kitap ekseninde, kitaba konu olan gerçeklere değinmek istiyorum. Celadet Bedirhan...Tam adıyla Celadet Eli Bedirxan. Bilhassa tüm Kürtler tarafından yakından bilinen, Mehmed Uzun'un tabiri ile "Gökteki on dördünü doldurmuş ay gibi tanınan" bir aydın, bir yazar, bir öncü, bir dilbilimci... Yine Mehmed Uzun'un, kendi antoloji kaynaklarında vermiş olduğu bilgilerden yola çıkarak biraz bahsedeyim Celadet Bey'den... Bir zamanlar, Osmanlı Devleti'nin Cizre-Botan emirliği görevini yürüten, Ezizan ailesi, Bedirxani aşiretinden Mir Bedirxan Paşa'nın torunu, Emin Eli Bedirxan Paşa'nın oğlu olarak, 1897 yılında İstanbul'da dünyaya gelir. Oldukça iri olması sebebiyle ölü bir bebek olarak doğduğu sanılır ve gömülmeden önce yıkanmak üzere konağın kuyusu başına bırakılır Celadet. Yaşam belirtileri vermesiyle, evdeki yas ortamının yerini bayram havası alır. Bir paşazade olarak başladığı hayatı; yoksulluklar içerisinde geçer ve bahçe sulamak için kazdığı kuyuya düşerek 54 yaşında son bulur. Kitap da ismini bizzat bu kuyu metaforundan alır. Meşrutiyet'in hemen akabinde peyda olan Türkçülük ideolojisinin ülkeyi sarıp sarmaladığı İttihat ve Terakki Dönemi, Bedirhani'ler için olumsuz bir dönüm noktası olur. Şöyle ki; babası Emin, kendi gibi aydın düşünen, köküne, kökenine sahip oğullar yetiştirmek için büyük bir gayret gösterir ve bunu da başarır. Ülke şartlarında bu durum "vatan hainliği" sayıldığı için, Osmanlı karşıtı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle, tüm aile, Abdülhamid fetvası ile Yemen'e sürgüne gönderilir. Abdülhamid devrinin kapanması ile tekrar yurda dönen Celadet Bey, 1.Dünya Savaşı'nda yüzbaşı olarak Kafkas Cephesinde görev alır. Lakin tüm çabasına rağmen 1922 yılında hem kendi, hem babası, hem de erkek kardeşleri hakkında idam fermanı çıkarılınca, çareyi Almanya' ya gitmekte bulur. Üniversite ve hukuk doktorasını burada tamamladıktan sonra sırasıyla Mısır, Lübnan ve Suriye'ye geçer. Anadili Kürtçe dışında, çok iyi düzeyde Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Yunanca, Arapça ve Farsça bilen Celadet Bey, kurucusu olduğu Hawar adlı dergide Latin alfabesini Kürtçe'de kullanabilme başarısını göstermiş, bunu pratiğe geçirmiş bir aydın olarak tarihteki yerini almıştır. Kürt dili üzerine hatrı sayılır ve değerli araştırmalar yapan Celadet Bey, bu bağlamda, sözlük, dil bilgisi kuralları ve alfabe konularında çok sayıda eser de yayımlamıştır. Mehmed Uzun ile Celadet 'in yaşamları arasındaki benzerlikler azımsanmayacak ölçüde fazla. Her ikisinin de sürgün mahkumları oluşu, bu benzerliklerin en göze çarpanı elbette. Haliyle' 'Kader Kuyusu" adlı bu romanının, Mehmet Uzun için, bir ahde vefa anlamı taşıdığını söylemek çok da uzak bir ihtimal olmayacaktır. Mehmed Uzun, sürgün olgusunu, Ovidius'tan Dante'ye, Broch'tan Benjamin'e, Nazım'dan Neruda'ya, Auerbech'ten kendisine kadar uzanan tüm isimleri kapsayan, geri dönmemek, köklerinden koparılmışlık gibi çok sarsıcı anlamlar içeren bir cehennem, diye tanımlıyor. Bu coğrafyanın barındırdığı "ötekileştirilmiş" Bir halkın bireyi olarak, geri plana itilmiş, hatta zaman zaman yok sayılmış, asimile edilmeye uğraşılmış, gelişim dinamiklerini yitirmiş ve çağdaş bir edebiyat pozisyonuna bile geçememiş olan Kürt edebiyatı konusuna yoğunlaşan yazar, Celadet'i bu bağlamda rol model olarak benimsemiş. Unutulup, gözlerden ve gönüllerden uzaklaştırılmaya çalışılan edebiyatçıların, ancak ve ancak yazarak var olmaya devam edebileceğini savunan Uzun, tüm bu gerçeklikle çerçevesinde sürgün edebiyatının bir zorunluluk taşıdığı, bir hesaplaşma içerdiği ve direnişin, başkaldırının, isyanın sesi olduğunu hususunun da altını çiziyor. Bu direnişinde Kürtçe'nin sözlü gelenekleri, sözlü kültürleri, halk masalları, dengbej söylemleri gibi örnekleri kendine kaynak alan Uzun, bu amaçları doğrultusunda, Kürt dilini romana yerleştirme ve Kürt edebiyatını modernize etme gibi bir misyonu da kendine yüklemiştir. Tüm hayatı, anadili ve menşei uğruna verdiği mücadele içinde geçen Celadet Eli Bedirxan, 15 Temmuz 1951 tarihinde, Şam'ın Hecane köyünde vefat etmeden evvel, dünyaya ve dünyalıklara minik bir veda yazısı bırakmıştı: "Herkes ölüyor, kardeş bacı, sevgili aşık, arkadaş dost, sırdaş yoldaş, tanıdık tanımadık... herkes ölüyor. Benim de sıram geldi, şimdi sıra bende..." Ve bu veda cümleleri, yıllar yıllar sonra Mehmet Uzun'un "Kader Kuyusu" adlı bu romanının giriş cümlesi oluyor... Kader Kuyusu, gerek yazarının gerekse baş karakterinin ideolojik yaklaşımlarını tam anlamıyla içinde barındıran, Kürt motiflerini her cümlesi ile hissettiren, tüm evrensel değer yargılarını net bir şekilde sunan, dili, tekniği ve estetiği açısından üst seviyede özgün kabul edilebilecek bir yapıya sahip olan, Kürtçe düşünülüp Kürtçe kaleme alınmış sağlam bir roman. Celadet Bedirxan'ın hayatına değinmesi anlamında biyografik özellikler taşıyor lakin bazı okur söylemlerinde denk geldiğim gibi asla bir biyografik eser değil! Dönem romanı kategorisine de dahil edilebilecek, tamamıyla tarihi bir belgesel roman. Bir yaşam öyküsünü masaya yatırmasının yanında, dönemin Kürt sorunlarına, aydın yaklaşımlarına, entelektüel çabalarına parmak basması anlamında da yadsınamaz bir değer içerdiği aşikar. Anadili, fikirleri ve bunları savunması sebebiyle öz vatanından koparılan, ömrü sürgünlük le geçmiş bir vatandaşın, bu hayat sürecinde başından geçenleri, içinde bulunduğu koşulları ve maruz kaldığı zorlukları okuruna olanca yalınlığı ile aktaran Uzun, bu aktarımdaki duygu geçişleri ile de ayrıca bir alkışı hak ediyor. Mehmed Uzun, 1980 yılında bu romanını yazmayı planlıyor ve derin araştırmaları neticesinde, yazımı tamamlaması 15 senesini alıyor. Celadet Bey'in eşi Rewşen ve kızları Sinemhan ile yüzyüze görüşmeler ve uzun süreli mektuplaşmalar yapan Uzun'un, 1995 yılında Kürtçe olarak yayımladığı bu eserinde, klasik romanlardan farklı olarak, bölümlerin yerini fotoğraflar alıyor ve 16 bölümlük roman, 16 fotoğraflık bir albüme evriliyor. Her fotoğraf karesinde yer alan kişi ve nesneler, detaylıca tasvir ediliyor yazar tarafından. Ardından konu fotoğrafın neden çekildiği, nelere şahitlik ettiği anlatılıyor. Her fotoğraf içinde ise ufak kısımlar halinde de olsa söz Celadet Bey'e bırakılıyor ve böylece roman çift anlatıcılı bir kimliğe bürünüyor. Sonuç olarak... Mehmed Uzun, bu eserinde Celadet Bedirxan Bey'i ana temasına yerleştirerek, kendi sürgün deneyimini okura sunmuş, sürgün motifini, ulusal hatta uluslararası bir anlatıma yedirmeyi layığıyla başarmıştır nazarımda. Başarmış diyorum çünkü, gelenekselden modernizme uzanan yolda bu çok ciddi bir aşamadır. Hâl böyle olunca, metin boyunca göze çarpan metaforlar, etno sembolik ögeler, nesnel ve öznel bilgi harmanı, ruhsal çözümlemeler, yer yer okura hissettirilen biliç akışı tekniği kullanımı gibi unsurlar niteliği bir tık daha yukarıya taşımakta. ***Hemen belirteyim, Kürt değilim. Lakin yaşanılan ve yaşatılanların farkında bir Türk olarak, ezilmiş, hor görülmüş, dışlanmış her Kürt yurttaşımın yanındayım, destekçisiyim. Çünkü bilirim ki; zulmün olduğu yerde, tarafsızlık namussuzluktur...Yeter ki olay provakeye dönüştürülmesin, yeter ki bu ezilmişlik hali kullanılarak vatana ihanet edilmeye kalkışılmasın!..
Kader Kuyusu
Kader KuyusuMehmed Uzun · İthaki Yayınları · 20173,320 okunma
··
5bin görüntüleme
Lina okurunun profil resmi
Haksızlığa susan dilsiz şeytandır 👏👏👏
Furkan okurunun profil resmi
İnceleme akışıma düşünce okudum. Çok güzel yazmışsınız, ta ki, sonda yazdığınız "vatana ihanet edilmeye kalkışılmasın" noktasına kadar. Bu oldukça sisli, içeriğinin ne olduğu belirsiz, en ılımlı kişilerden, en faşist kişilerin bile aynı düzeyde dilinde olan cümle, bütün her şeyi muammalaştırıyor. Bu cümle öyle omurgasız, öyle esnek ki, nereye çekilirse, oraya rahatlıkla uyum sağlar ve sanki tam orası için söylenmiş gibi bir bütünlük oluşturur. Örneğin, bir halkın, kendi dilinde eğitim görmesi de, "vatan hainliği" olarak niteleniyor, o halkın, "vatan haini" olmaktan usandığı için, bağımsızlık talep etmesi de "vatan hainliği"yle niteleniyor. Buna en somut, güçlü örneği, hiç uzağa gitmeden, bizzat incelemenizden örneklerle açıklamak mümkün. Bedirxan Bey, sırf ait olduğu ulusun asimile olmaması için dili koruyacak, konuşturacak çalışmalar yapıyor, fakat bu çok çok basit ve müthiş derecede olağan ve normal davranışları, "vatan hainliği'yle suçlanıp, Yemen'e sürgün ediliyor. (Tabi bence bu noktada artık ders çıkarıp, politik ve pratik olarak radikal bir değişime gitmesi gerekirdi) Fakat, yaptığı bu kadar normal bir davranışın, sürgüne yollanmasına neden olması, kendisinde sarsıcı bir etki ve bir silkelenme ihtiyacı doğurmamış olacak ki, taşları doğru yerlere oturtup, gerektiği ve gerekli olan şekilde mücadele biçimini ve kendisini değiştirmemiş, aynı tuzağa bir kez daha yürümüştür. Bedirxan Bey, dilinin neyden dolayı yandığını unutup ya da önemsemeyerek, bir kez daha kendisine ve ulusuna karşı kör, sağır, dilsiz olanlara, aynı şekilde yaklaşıp, 1. Dünya savaşı'nda yüzbaşı olarak Kafkas Cephesinde görev alır. Lakin tüm çabasına rağmen, hem kendi, hem babası, hem de erkek kardeşleri hakkında idam fermanları çıkarılır. O her ne kadar dilinin daha önce neyden dolayı yandığını unutmuş olsa da, kendi varlığını, onun ulusunun reddi üzerine inşa edenlerin tutumu aynı reddiye, kin ve nefret yoğunluğunda devam etmektedir. Burda, olay romantikleşmekten ve hüzünlenmeden kopup, keskinliğe, radikalliğe bürünüyor. Bugün bile, genel olarak bu durumun farkında olan her ulusun, toplumun, özel olarak ise Kürt ulusunun kendine kaçınılmaz olarak sorması gerektiği i bir soru ortaya çıkıyor: En ılımlı ve normal davranışları ve talepleri bile kesinkes "vatan hainliği"yle suçlanmasına rağmen, Kürt ulusu, halen karşılarındaki kör, sağır, dilsiz muhattaplarına, ne anlatmaya çalışıyor ya da bir şeyler anlatmaya çalışarak ne elde edeceklerini sanıyor? Birakın ana dilde eğitimi, hastanelerde, kamu kurumlarında, özel şirketlerde, kendi dillerinin tercümanı dahi olmamasına rağmen; ve, bu taleplerin en ufağını dillendirdikleri an, "vatan hainliği"yle terörize edilip, baskılanıp, karakter yitimine uğrayıp ve en önemlisi, her geçen gün daha fazla asimile olamaya devam etmelerine rağmen, Kürt ulusu halen neden ve niçin bağımsızlık söylemini benimsemeyecektir? Yaşam sadece yiyip, içip, nefes almak değilken, Kürt ulusuna, yaşam sadece yiyip, içip, nefes almak olarak dikte edilmesine rağmen, Kürt ulusu halen neden ve niçin bağımsızlık söylemini benimsemeyecektir? Dili, kültürü, alışkanlıkları, ulusal gelişimi, kısacası, yiyip, içip, nefes almak dışında, her şeyi elinden alınmış olmasına ve alınmaya devam edilmesine rağmen, Kürt ulusu halen neden ve niçin bağımsızlık söylemini benimsemeyecektir? Yanlış anlamayın, benim bireylere, bireylerin düşüncelerine hiçbir eleştirim, mahkûmiyet etme çabam yok. Ki, zaten politik olarak, böyle bir çaba içinde olmamın boş olduğunu, bireysel düşünce ile, yukarıdan dayatılan düşüncenin arasındaki farkı biliyor, bireysel düşünceyi, ağırlıklı olarak yukardan dayatılan düşüncenin belirlediğini ayıredebiliyorum. Siz, istediğiniz kadar "zulmün karşısında" olduğunuzu belirtebilirsiniz. Fakat, son noktada durduğunuz, "bağımsızlık talebi (başka yol kalmamış olmasına rağmen) vatan hainliği'ne denk düşer düşüncesinde olmanız, sizi kesinlikle zulmün, zulmedicilerin saflarına iter ya da son tahlilde, dolaylı ya da dolaysız olarak o noktada durmanıza neden olur. İster anlattığınız "gerçeğe dayanan" kitap üzerinden gidelim, ister günümüzden sayısız örmekler verelim. Gerçek olan şu ki, geçmişten beri Kürt ulusunun muhattaplarının kör, sağır, dilsiz tavrı değişmemiş, tersine daha da radikalleşmiş olmasına rağmen, Kürt ulusunun buna karşı aynı yollardan çaba harcamasını beklemek ya da onu belli mücadele kalıplarına sıkıştırıp, bu kalıpların dışına çıkınca "vatan haini, terörist" damgalarına mahkûm etmek, politik olarak zulüm edicilerin safında yer almaktır. İnsanın bir bacağı kangren olmuşsa ve bu kangren olan bacak gittikçe o insanı ölüme sürüklüyorsa, o insanın radikalleşmesinden, yaşamak için kendi bacağından kopmasından başka çaresi kalmaz. Kürt ulusunun da, geçmişten bugüne git gide kangren olan vücudunun, onu mutlak olarak yok oluşa sürüklemesine karşılık, radikalleşmesinden, haklı bağımsızlık talebini dillendirmesinden başka şansı kalmamıştır.
Seda okurunun profil resmi
Furkan Bey, öncelikle zaman ayırıp incelememi okuduğunuz ve detaylıca fikrinizi paylaştığınız için teşekkür ediyorum. Yazdıklarınıza katılıyorum lakin ''bağımsızlık talebini vatana ihanet" kisvesine asla sokmuyorum. Bunu da nereden çıkardınız? Kastım asla o değil benim, net yani. Bu uğurda layığı ve onuru ile mücadele etmiş her bireyi, her grubu tüm benliğimle destekliyorum. Yeter ki olay kanlı mücadeleye dönüşmesin. Yeter ki kimsenin canı yanmasın. Yeter ki faşizan çığlıklar gökleri ele geçirmesin... Ha bu arada Bedirxani'lerin kadınları da dahil olmak üzere tüm aile bireylerinin ruhları şad olsun, mücadeleleri bir sonuç getirmese de muhteşem bir direniş örneği olarak tarihimizde daha da yer etsin ve bilinsin.
4 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Rîndkeş okurunun profil resmi
Elinize sağlık efendim 🌸🌸
Seda okurunun profil resmi
Ne demek Hoca'm, asli vazifemiz :)
fiLiz okurunun profil resmi
Eline ,emeğine, yüreğine sağlık canım.Fotoğraf kısmını okurken çok heyecan duydum.Yazarın farklı ve etkileyici bir yöntemini aktarmışsın.Hemen kitabı almak istiyorum.Mehmed Uzun okumak ayrı güzel senin yorumunu okurken aynı güzelliği hissettim. Okumak, okur olmak bana göre yaşadığımız dünyaya ve özelde ülke sorunlarına duyarlı olup kafa yormaktır.Son paragrafını bu yüzden önemsiyorum.Bu konuda düşündüğünü ve fikirlerinin olduğunu anlıyorum.Ne yazık ki bu ülkede vatan hainliği o kadar ucuz bir suçlama olmuş ki önüne gelen öbürünü yaftalıyor.Bunları yazman kürt olmadığını belirtmek zorunda bırakıyor.Oysa hepimiz insan olduğumuz ve evrensel insan haklarından herkesin yararlanmasını istediğimiz için farklı milliyet ve dinlerin sorunlarını gündemde tutmalı ötekilestirmeye karşı çıkmalıyız.Asla yurt ve yuttaş sevgimi bağlılığımı kimse sorgulayamaz ancak insan haklarının evrenselliğini savunmaya ve ötekileştirmeye karşı olmaya her zaman devam ederim.En son sayfamda paylaştığım Afgan anne ve çocuklarının yaşadıklarının etkisinden günlerce kurtulamadım.Ne kürt ne Türk ne de Ermeniydiler. Hepimiz iyi yasayıp eziyet görmeden bu dünyadaki süremizi doldurup gitme hakkına sahibiz.
Seda okurunun profil resmi
İşte bütün mesele bundan ibaret!.. Elinize, ağzınıza, yüreğinize sağlık Filiz Hanım. Hislerime tercüman olmuşsunuz...
3 sonraki yanıtı göster
GökHan okurunun profil resmi
Seda Hocam kalemine sağlık, çok başarılı olmuş, eline emeğine sağlık ☺️👏
Seda okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Hoca'm, eksik olma.
Bohem okur okurunun profil resmi
Kalemine sağlık Seda Hocam ,yazarı onun topraklarında görev yaparken okuma imkanı bulduğum için ,anlattığı coğrafyayı, kültürü bilerek okuduğum için ben de çok ayrı mutluyum.İncelemen ise yine çok güzel yine çok dolu dolu …💜
Seda okurunun profil resmi
Mutluluklarımız daim olsun o zaman ❤️
Türkan okurunun profil resmi
Kitap muhteşemdi, çok güzel yazmışsınız. Yazarın; aşk gibi aydınlık ölüm gibi karanlık ve yitik bir aşkın gölgesinde kitabını kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum.
Seda okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, bence de muhteşemdi. Önerdiklerinizin ikisini de okudum büyük bir zevkle, çok sağ olun❤️
Miheme okurunun profil resmi
Çok iyi bir inceleme olmuş. Hiç sıkılmadan okudum. Kaleminize sağlık.
Seda okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim, bir Uzun fanı olarak, sizin beğenmenize çok sevindim.
4 sonraki yanıtı göster
17 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.