Kader Kuyusu***Yazacaklarım, kitap hakkında ipucu içermemektedir, zira kitaba değil kitap ekseninde, kitaba konu olan gerçeklere değinmek istiyorum.
Celadet Bedirhan...Tam adıyla Celadet Eli Bedirxan. Bilhassa tüm Kürtler tarafından yakından bilinen, Mehmed Uzun'un tabiri ile "Gökteki on dördünü doldurmuş ay gibi tanınan" bir aydın, bir yazar, bir öncü, bir dilbilimci...
Yine Mehmed Uzun'un, kendi antoloji kaynaklarında vermiş olduğu bilgilerden yola çıkarak biraz bahsedeyim Celadet Bey'den...
Bir zamanlar, Osmanlı Devleti'nin Cizre-Botan emirliği görevini yürüten, Ezizan ailesi, Bedirxani aşiretinden Mir Bedirxan Paşa'nın torunu, Emin Eli Bedirxan Paşa'nın oğlu olarak, 1897 yılında İstanbul'da dünyaya gelir. Oldukça iri olması sebebiyle ölü bir bebek olarak doğduğu sanılır ve gömülmeden önce yıkanmak üzere konağın kuyusu başına bırakılır Celadet. Yaşam belirtileri vermesiyle, evdeki yas ortamının yerini bayram havası alır. Bir paşazade olarak başladığı hayatı; yoksulluklar içerisinde geçer ve bahçe sulamak için kazdığı kuyuya düşerek 54 yaşında son bulur.
Kitap da ismini bizzat bu kuyu metaforundan alır.
Meşrutiyet'in hemen akabinde peyda olan Türkçülük ideolojisinin ülkeyi sarıp sarmaladığı İttihat ve Terakki Dönemi, Bedirhani'ler için olumsuz bir dönüm noktası olur. Şöyle ki; babası Emin, kendi gibi aydın düşünen, köküne, kökenine sahip oğullar yetiştirmek için büyük bir gayret gösterir ve bunu da başarır.
Ülke şartlarında bu durum "vatan hainliği" sayıldığı için, Osmanlı karşıtı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle, tüm aile, Abdülhamid fetvası ile Yemen'e sürgüne gönderilir. Abdülhamid devrinin kapanması ile tekrar yurda dönen Celadet Bey, 1.Dünya Savaşı'nda yüzbaşı olarak Kafkas Cephesinde görev alır. Lakin tüm çabasına rağmen 1922 yılında hem kendi, hem babası, hem de erkek kardeşleri hakkında idam fermanı çıkarılınca, çareyi Almanya' ya gitmekte bulur. Üniversite ve hukuk doktorasını burada tamamladıktan sonra sırasıyla Mısır, Lübnan ve Suriye'ye geçer.
Anadili Kürtçe dışında, çok iyi düzeyde Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Yunanca, Arapça ve Farsça bilen Celadet Bey, kurucusu olduğu Hawar adlı dergide Latin alfabesini Kürtçe'de kullanabilme başarısını göstermiş, bunu pratiğe geçirmiş bir aydın olarak tarihteki yerini almıştır.
Kürt dili üzerine hatrı sayılır ve değerli araştırmalar yapan Celadet Bey, bu bağlamda, sözlük, dil bilgisi kuralları ve alfabe konularında çok sayıda eser de yayımlamıştır.
Mehmed Uzun ile Celadet 'in yaşamları arasındaki benzerlikler azımsanmayacak ölçüde fazla. Her ikisinin de sürgün mahkumları oluşu, bu benzerliklerin en göze çarpanı elbette. Haliyle' 'Kader Kuyusu" adlı bu romanının, Mehmet Uzun için, bir ahde vefa anlamı taşıdığını söylemek çok da uzak bir ihtimal olmayacaktır.
Mehmed Uzun, sürgün olgusunu, Ovidius'tan Dante'ye, Broch'tan Benjamin'e, Nazım'dan Neruda'ya, Auerbech'ten kendisine kadar uzanan tüm isimleri kapsayan, geri dönmemek, köklerinden koparılmışlık gibi çok sarsıcı anlamlar içeren bir cehennem, diye tanımlıyor.
Bu coğrafyanın barındırdığı "ötekileştirilmiş" Bir halkın bireyi olarak, geri plana itilmiş, hatta zaman zaman yok sayılmış, asimile edilmeye uğraşılmış, gelişim dinamiklerini yitirmiş ve çağdaş bir edebiyat pozisyonuna bile geçememiş olan Kürt edebiyatı konusuna yoğunlaşan yazar, Celadet'i bu bağlamda rol model olarak benimsemiş. Unutulup, gözlerden ve gönüllerden uzaklaştırılmaya çalışılan edebiyatçıların, ancak ve ancak yazarak var olmaya devam edebileceğini savunan Uzun, tüm bu gerçeklikle çerçevesinde sürgün edebiyatının bir zorunluluk taşıdığı, bir hesaplaşma içerdiği ve direnişin, başkaldırının, isyanın sesi olduğunu hususunun da altını çiziyor. Bu direnişinde Kürtçe'nin sözlü gelenekleri, sözlü kültürleri, halk masalları, dengbej söylemleri gibi örnekleri kendine kaynak alan Uzun, bu amaçları doğrultusunda, Kürt dilini romana yerleştirme ve Kürt edebiyatını modernize etme gibi bir misyonu da kendine yüklemiştir.
Tüm hayatı, anadili ve menşei uğruna verdiği mücadele içinde geçen Celadet Eli Bedirxan, 15 Temmuz 1951 tarihinde, Şam'ın Hecane köyünde vefat etmeden evvel, dünyaya ve dünyalıklara minik bir veda yazısı bırakmıştı:
"Herkes ölüyor, kardeş bacı, sevgili aşık, arkadaş dost, sırdaş yoldaş, tanıdık tanımadık... herkes ölüyor. Benim de sıram geldi, şimdi sıra bende..."
Ve bu veda cümleleri, yıllar yıllar sonra Mehmet Uzun'un "Kader Kuyusu" adlı bu romanının giriş cümlesi oluyor...
Kader Kuyusu, gerek yazarının gerekse baş karakterinin ideolojik yaklaşımlarını tam anlamıyla içinde barındıran, Kürt motiflerini her cümlesi ile hissettiren, tüm evrensel değer yargılarını net bir şekilde sunan, dili, tekniği ve estetiği açısından üst seviyede özgün kabul edilebilecek bir yapıya sahip olan, Kürtçe düşünülüp Kürtçe kaleme alınmış sağlam bir roman. Celadet Bedirxan'ın hayatına değinmesi anlamında biyografik özellikler taşıyor lakin bazı okur söylemlerinde denk geldiğim gibi asla bir biyografik eser değil! Dönem romanı kategorisine de dahil edilebilecek, tamamıyla tarihi bir belgesel roman. Bir yaşam öyküsünü masaya yatırmasının yanında, dönemin Kürt sorunlarına, aydın yaklaşımlarına, entelektüel çabalarına parmak basması anlamında da yadsınamaz bir değer içerdiği aşikar. Anadili, fikirleri ve bunları savunması sebebiyle öz vatanından koparılan, ömrü sürgünlük le geçmiş bir vatandaşın, bu hayat sürecinde başından geçenleri, içinde bulunduğu koşulları ve maruz kaldığı zorlukları okuruna olanca yalınlığı ile aktaran Uzun, bu aktarımdaki duygu geçişleri ile de ayrıca bir alkışı hak ediyor.
Mehmed Uzun, 1980 yılında bu romanını yazmayı planlıyor ve derin araştırmaları neticesinde, yazımı tamamlaması 15 senesini alıyor. Celadet Bey'in eşi Rewşen ve kızları Sinemhan ile yüzyüze görüşmeler ve uzun süreli mektuplaşmalar yapan Uzun'un, 1995 yılında Kürtçe olarak yayımladığı bu eserinde, klasik romanlardan farklı olarak, bölümlerin yerini fotoğraflar alıyor ve 16 bölümlük roman, 16 fotoğraflık bir albüme evriliyor. Her fotoğraf karesinde yer alan kişi ve nesneler, detaylıca tasvir ediliyor yazar tarafından. Ardından konu fotoğrafın neden çekildiği, nelere şahitlik ettiği anlatılıyor. Her fotoğraf içinde ise ufak kısımlar halinde de olsa söz Celadet Bey'e bırakılıyor ve böylece roman çift anlatıcılı bir kimliğe bürünüyor.
Sonuç olarak... Mehmed Uzun, bu eserinde Celadet Bedirxan Bey'i ana temasına yerleştirerek, kendi sürgün deneyimini okura sunmuş, sürgün motifini, ulusal hatta uluslararası bir anlatıma yedirmeyi layığıyla başarmıştır nazarımda. Başarmış diyorum çünkü, gelenekselden modernizme uzanan yolda bu çok ciddi bir aşamadır. Hâl böyle olunca, metin boyunca göze çarpan metaforlar, etno sembolik ögeler, nesnel ve öznel bilgi harmanı, ruhsal çözümlemeler, yer yer okura hissettirilen biliç akışı tekniği kullanımı gibi unsurlar niteliği bir tık daha yukarıya taşımakta.
***Hemen belirteyim, Kürt değilim. Lakin yaşanılan ve yaşatılanların farkında bir Türk olarak, ezilmiş, hor görülmüş, dışlanmış her Kürt yurttaşımın yanındayım, destekçisiyim. Çünkü bilirim ki; zulmün olduğu yerde, tarafsızlık namussuzluktur...Yeter ki olay provakeye dönüştürülmesin, yeter ki bu ezilmişlik hali kullanılarak vatana ihanet edilmeye kalkışılmasın!..