İnceleme akışıma düşünce okudum. Çok güzel yazmışsınız, ta ki, sonda yazdığınız "vatana ihanet edilmeye kalkışılmasın" noktasına kadar. Bu oldukça sisli, içeriğinin ne olduğu belirsiz, en ılımlı kişilerden, en faşist kişilerin bile aynı düzeyde dilinde olan cümle, bütün her şeyi muammalaştırıyor. Bu cümle öyle omurgasız, öyle esnek ki, nereye çekilirse, oraya rahatlıkla uyum sağlar ve sanki tam orası için söylenmiş gibi bir bütünlük oluşturur. Örneğin, bir halkın, kendi dilinde eğitim görmesi de, "vatan hainliği" olarak niteleniyor, o halkın, "vatan haini" olmaktan usandığı için, bağımsızlık talep etmesi de "vatan hainliği"yle niteleniyor.
Buna en somut, güçlü örneği, hiç uzağa gitmeden, bizzat incelemenizden örneklerle açıklamak mümkün.
Bedirxan Bey, sırf ait olduğu ulusun asimile olmaması için dili koruyacak, konuşturacak çalışmalar yapıyor, fakat bu çok çok basit ve müthiş derecede olağan ve normal davranışları, "vatan hainliği'yle suçlanıp, Yemen'e sürgün ediliyor. (Tabi bence bu noktada artık ders çıkarıp, politik ve pratik olarak radikal bir değişime gitmesi gerekirdi) Fakat, yaptığı bu kadar normal bir davranışın, sürgüne yollanmasına neden olması, kendisinde sarsıcı bir etki ve bir silkelenme ihtiyacı doğurmamış olacak ki, taşları doğru yerlere oturtup, gerektiği ve gerekli olan şekilde mücadele biçimini ve kendisini değiştirmemiş, aynı tuzağa bir kez daha yürümüştür. Bedirxan Bey, dilinin neyden dolayı yandığını unutup ya da önemsemeyerek, bir kez daha kendisine ve ulusuna karşı kör, sağır, dilsiz olanlara, aynı şekilde yaklaşıp, 1. Dünya savaşı'nda yüzbaşı olarak Kafkas Cephesinde görev alır. Lakin tüm çabasına rağmen, hem kendi, hem babası, hem de erkek kardeşleri hakkında idam fermanları çıkarılır. O her ne kadar dilinin daha önce neyden dolayı yandığını unutmuş olsa da, kendi varlığını, onun ulusunun reddi üzerine inşa edenlerin tutumu aynı reddiye, kin ve nefret yoğunluğunda devam etmektedir. Burda, olay romantikleşmekten ve hüzünlenmeden kopup, keskinliğe, radikalliğe bürünüyor.
Bugün bile, genel olarak bu durumun farkında olan her ulusun, toplumun, özel olarak ise Kürt ulusunun kendine kaçınılmaz olarak sorması gerektiği i bir soru ortaya çıkıyor: En ılımlı ve normal davranışları ve talepleri bile kesinkes "vatan hainliği"yle suçlanmasına rağmen, Kürt ulusu, halen karşılarındaki kör, sağır, dilsiz muhattaplarına, ne anlatmaya çalışıyor ya da bir şeyler anlatmaya çalışarak ne elde edeceklerini sanıyor? Birakın ana dilde eğitimi, hastanelerde, kamu kurumlarında, özel şirketlerde, kendi dillerinin tercümanı dahi olmamasına rağmen; ve, bu taleplerin en ufağını dillendirdikleri an, "vatan hainliği"yle terörize edilip, baskılanıp, karakter yitimine uğrayıp ve en önemlisi, her geçen gün daha fazla asimile olamaya devam etmelerine rağmen, Kürt ulusu halen neden ve niçin bağımsızlık söylemini benimsemeyecektir? Yaşam sadece yiyip, içip, nefes almak değilken, Kürt ulusuna, yaşam sadece yiyip, içip, nefes almak olarak dikte edilmesine rağmen, Kürt ulusu halen neden ve niçin bağımsızlık söylemini benimsemeyecektir? Dili, kültürü, alışkanlıkları, ulusal gelişimi, kısacası, yiyip, içip, nefes almak dışında, her şeyi elinden alınmış olmasına ve alınmaya devam edilmesine rağmen, Kürt ulusu halen neden ve niçin bağımsızlık söylemini benimsemeyecektir?
Yanlış anlamayın, benim bireylere, bireylerin düşüncelerine hiçbir eleştirim, mahkûmiyet etme çabam yok. Ki, zaten politik olarak, böyle bir çaba içinde olmamın boş olduğunu, bireysel düşünce ile, yukarıdan dayatılan düşüncenin arasındaki farkı biliyor, bireysel düşünceyi, ağırlıklı olarak yukardan dayatılan düşüncenin belirlediğini ayıredebiliyorum. Siz, istediğiniz kadar "zulmün karşısında" olduğunuzu belirtebilirsiniz. Fakat, son noktada durduğunuz, "bağımsızlık talebi (başka yol kalmamış olmasına rağmen) vatan hainliği'ne denk düşer düşüncesinde olmanız, sizi kesinlikle zulmün, zulmedicilerin saflarına iter ya da son tahlilde, dolaylı ya da dolaysız olarak o noktada durmanıza neden olur. İster anlattığınız "gerçeğe dayanan" kitap üzerinden gidelim, ister günümüzden sayısız örmekler verelim. Gerçek olan şu ki, geçmişten beri Kürt ulusunun muhattaplarının kör, sağır, dilsiz tavrı değişmemiş, tersine daha da radikalleşmiş olmasına rağmen, Kürt ulusunun buna karşı aynı yollardan çaba harcamasını beklemek ya da onu belli mücadele kalıplarına sıkıştırıp, bu kalıpların dışına çıkınca "vatan haini, terörist" damgalarına mahkûm etmek, politik olarak zulüm edicilerin safında yer almaktır. İnsanın bir bacağı kangren olmuşsa ve bu kangren olan bacak gittikçe o insanı ölüme sürüklüyorsa, o insanın radikalleşmesinden, yaşamak için kendi bacağından kopmasından başka çaresi kalmaz. Kürt ulusunun da, geçmişten bugüne git gide kangren olan vücudunun, onu mutlak olarak yok oluşa sürüklemesine karşılık, radikalleşmesinden, haklı bağımsızlık talebini dillendirmesinden başka şansı kalmamıştır.