Gönderi

Avrupa’da tarihsel olarak güçlenmiş üst düzey sekülerizm, günümüzde hâlâ siyasi kuramda başat bir role sahiptir ve esasen güçler ayrılığına ilişkin siyasi bir doktrindir. Ancak bu sekülerizm geleneği, toplumsal olarak özel bir inanç sistemi ve kamusal siyasi alan arasında yeni bir ayrım tarafından sahnelenen din ve vatandaşlık arasındaki kutup­laşmayı ortaya atmaktadır. Söz konusu kamu-özel alan ayrımı da baş­tan aşağı cinsiyetlenmiştir. Tarihsel olarak, Avrupa’da kadınlar hem özel alana hem de inanç ve din alanına atfedilmişken, hümanizmse “Beyaz Adam’ın derdidir”. Dini inancın böylesi geleneksel biçimde kadınlara atfedilmesi, kadınlara tam bir siyasi vatandaşlık tanınma­sının önünde engel olarak durmaktadır. Avrupalı kadınlar, kamusal meselelere dahil olmak yerine dini etkinliklerle iştigal etmeye teşvik edilmiştir. Bu durum sadece toplumsal olarak marjinalleştirme kay­nağı olmakla kalmaz, tektanrılı dinlerin kemikleşmiş cinsiyetçiliği ve kadınları, kutsal işlevlerin yönetimi ve idaresinden uzak tutmak gerektiğine dair ortak inançları göz önünde bulundurulduğunda, şa­ibeli bir ayrıcalıktır da. Öyleyse sekülerlik, inanç ve duygular veya akıldışı ve rasyonel yargı arasındaki ayrımı kuvvetlendirmiştir. Bu kutuplaşmış şemada kadınlar, din dahil, tutkuların ve duyguların akıldışı kutbuna yerleştirilmiştir ve bu işlevler onları özel alanda tutmak üzere bir araya gelmiştir. Böylece sekülerizm, kadınların ezilmesini, rasyonel vatandaşların ve siyasetin kamusal alanından dışlanmasını sağlamaktadır aslında.
·
67 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.