Gözlerinizi kapatıp kendinizi gözünüzde canlandırıyorsunuz. Başınıza güzel bir şey geldiğini hayal ediyorsunuz - âşık olduğunuzu ya da gurur duyduğunuz bir şeyler yazdığınızı. Bunun doğuracağı sevinci hissediyorsunuz. Kendinizi bu sevince bırakıyorsunuz.
Sonra sevdiğiniz birini gözünüzde canlandırıyorsunuz ve onun da başına harika bir şey geldiğini hayal ediyorsunuz. Bunun doğuracağı sevinci hissedip kendinizi yine bu sevince bırakıyorsunuz.
Buraya kadar her şey kolay. Sonra pek tanımadığınız birini gözünüzde canlandırıyorsunuz - markette çalışan tezgâhtar kızı örneğin. Onun başına harika bir şey geldiğini hayal ediyorsunuz. Ve onun için sevinç duymaya çabalıyorsunuz - gerçek bir sevinç duymaya.
Sonra işler zorlaşıyor. Gözünüzde sevmediğiniz birini canlandırıyorsunuz ve o kişinin başına güzel bir şey geldiğini hayal etmeye çalışıyorsunuz. Sonra o kişi adına sevinç duymaya çabalıyorsunuz. Kendiniz ya da sevdiğiniz biri için duyacağınız sevincin aynısını hissetmeye çalışıyorsunuz. Kendilerini ne kadar iyi hissedeceklerini, ne kadar etkileneceklerini hayal ediyorsunuz.
Sonra hiç mi hiç sevmediğiniz ya da düpedüz kıskandığınız birini gözünüzde canlandırıyorsunuz - Rachel için bu kişi kıskandığı akrabası olmuştu. O kişi adına sevinç duymaya çalışıyorsunuz. Gerçek, sahici bir sevinç. "Bunu düşünürken hiç de öyle hissetmiyor olabilirsin. Bunları söylemek düpedüz canını yakıyor olabilir," diyor Rachel. "O kişiden ve kazandığı başarıdan nefret ediyor olabilirsin - ama yine de söylüyorsun."
Bunu her gün on beş dakika boyunca yapıyorsunuz.