Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

352 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
14 günde okudu
𝐌𝐔̈𝐙𝐈̇𝐊 𝐃𝐈̇𝐍𝐋𝐄𝐑 𝐆𝐈̇𝐁𝐈̇ 𝐎𝐊𝐔𝐍𝐀𝐍 𝐊𝐈̇𝐓𝐀𝐏:
İmkansızın Şarkısı
İmkansızın Şarkısı
Kapalı bir havada sürekli yağmur yağarken arka fonda bir müzik kutusu gibi hiç durmaksızın size şarkılar çalan bir kitap okudunuz mu? Romanın ilk satırlarından sonuna kadar arka fonda sürekli yağan yağmur ve müzik sesi eşliğinde bu kitabı okuyor olacaksınız. Kitabın Orijinal Adı: ‘’Norwegian Wood’’ yani bir The Beatles şarkısı. Murakami’nin okurları, onun her kitabının kendine has bir “çalma listesi”ne sahip olduğunu bilirler. Bu kitabı 2 kez okumuş olan birisi olarak bu kitapta geçen tüm şarkı isimlerini, bir ‘’Murakami Çalma Listesi’’ olarak kitap incelememin sonunda bulabilirsiniz. Japon Edebiyatında I-Novel (ben-romanı) olarak adlandırılan bir kitap türü olarak karşımıza çıkıyor. I.tekil şahıs ağzından yapılan bir anlatı, romana hakimdir. Yazarın kendi hayatından izler taşıyan tarzı ile doğal bir itiraf niteliği taşır. 1968 hareketinin de arka planda olduğu ortamda yoğun duyguların ve aşkların merkezinde hiçliğin ortasına savrulan bir ‘’Watanabe karakteri’’ vardır. 1987’de yazılan bu kitap, tüm zamanların en çok satan 16.kitabı olarak şöhret kazanmış. Çevirisi Fransızca’dan Türkçeye yapılmış olmasına rağmen kitabın çevirisi, oldukça temiz ve dili son derece sade ve akıcı. 350 sayfanın içine o kadar çok duygu sığmış ki her sayfanın hakkını vermiş Murakami. Japon olmak kolay değil; aldığı paranın her kuruşunu haketmiş. Kitap incelememe başlamadan önce bir uyarı yapmak isterim; 𝐌𝐮𝐫𝐚𝐤𝐚𝐦𝐢 𝐒𝐨𝐫𝐮𝐧𝐬𝐚𝐥𝛊 . . . 𝐌𝐮𝐫𝐚𝐤𝐚𝐦𝐢 𝐊𝐢𝐭𝐚𝐩𝐥𝐚𝐫𝛊 𝐍𝐞𝐝𝐞𝐧 𝐘𝐚 𝐂̧𝐨𝐤 𝐒𝐞𝐯𝐢𝐥𝐢𝐫 𝐘𝐚 𝐃𝐚 𝐇𝐢𝐜̧ 𝐒𝐞𝐯𝐢𝐥𝐦𝐞𝐳?
Haruki Murakami
Haruki Murakami
romanları, beğeni sahipleri tarafından iki uçlu olarak konumlandırılır. Bir kere okuyan kişi eğer sevmezse soğur hatta kimisi yerin dibine sokar ve bir daha da eline almaz ancak seven kişide bağımlılık yaratır ve tüm eserlerini trans haline geçmiş gibi okur, Onun yazdığı kurgunun içinden roman bitene kadar da çıkmak istemez, roman bitince sanki derin bir uykudan kalkmış gibi olur. Kitap bitince kütüphane rafının en güzel yerlerinden birinde muhafaza eder. ‘’Murakamizm Akımının’’ pençesine düşmüştür artık. Bunu hem kendimden hem de çevremde Murakami okumuş kişilerden bilmekteyim. 𝐏𝐞𝐤𝐢 𝐧𝐞𝐝𝐞𝐧 𝐛𝐮 𝐢𝐤𝐢 𝐮𝐜̧𝐥𝐮𝐥𝐮𝐤?
Haruki Murakami
Haruki Murakami
romanları, edebi niteliği/ağırlığı düşük dozajlı trend kitaplar gibi durur. Diğer tüm zamanların çok satan yazarları gibi edebi ağırlığı yüksek eserler olarak nitelendirilmez. Dili o kadar haddinden fazla sade ve basittir ki ilk satırlarından itibaren akıp gider. Genel itibari ile çok kafa yoran cümleler yerine sade bir anlatımla çekirdek düşünceyi verir. Eserleri, genç nesil tarafından beğeniyle karşılansa da, geleneksel akımın öncüleri tarafından edebi anlamda kabul görmez. İçerikleri biraz ergen edebiyatı kokan kitaplar gibi gözükse de ana tema üzerinde oturttuğu kendine has kurguyu Onu seven okuyucu için içinden kalmaktan çok memnun olduğu bir zemin haline getirir. Her daim düşkünü hatta takıntılı olduğu kedilere hatta beyzbola bile kitaplarında da sıkça yer verir. Kendi öz beğeni ve zevklerini romanlarına monte eder. Sevdiği kitaplar, içkiler, jazz ve klasik müzik bilgisi, rüyalar, bilinç akışı, ruhsal bunalımlar, ruhu ve bedeni birbirinden ayrı takılan insanları, dönemin siyasal atmosferi, erotizm, hatta mitolojik ve metafizik unsurlar bile eserlerinin temel aromasının ihtiva maddeleri arasında sayılabilir. Anlatacağı konuları, kendi aromasına uygun bu temel zemin üzerine kurgular. Sözün özü;
Haruki Murakami
Haruki Murakami
‘nin yaşam tarzını, beğenilerini benimseyip içselleştirebilirseniz ancak onu sevebilirsiniz. Bu da yeni bir kişiyle tanıştığınızda aldığınız veya alamadığınız elektrik gibi bir şeydir. Dolayısıyla
Haruki Murakami
Haruki Murakami
okumuş olup da ona ısınamamış birinin bu kitap analizini okumasını tavsiye etmem. Ancak ben Murakami’yi seven taraftayım, hem de oldukça bağımlılık yapan türden bir sevgi.
Haruki Murakami
Haruki Murakami
‘nin eserlerindeki genel tema; ölüm ve yalnızlık temasıdır. Bu eser de intihar, ölüm teması ekseninde geçer. Önce intiharın etnik kökenine inmek gerekir; 𝐉𝐀𝐏𝐎𝐍 𝐊𝐔̈𝐋𝐓𝐔̈𝐑𝐔̈𝐍𝐃𝐄 𝐈̇𝐍𝐓𝐈̇𝐇𝐀𝐑 𝐕𝐄 𝐎̈𝐋𝐔̈𝐌 𝐓𝐄𝐌𝐀𝐒𝐈: Japonya’da hayatın bizzat içinde olan bir kavramdır; İntihar. Özellikle, 20-44 yaş arası insanların temel ölüm sebebi olarak en başta intihar gelmektedir. Ölüm, aynı Murakami eserlerinde olduğu gibi Japonların yaşamında doğrudan hayatın içindedir. Bilenen en yaygın intihar kültürü meşhur ‘’Harakiri yapmaktır’’. Seppuku töreni (sonu Harakiri ile biten) 10 asırlık bir mazisi olan Japonların intihar töresidir. Bunun dışında başka çeşit ölüm de Karōshidir; Japonca sözcük anlamı "fazla çalışma ölümü" olan mesleki nedenlerle ani ölüm durumudur. Ölüm konusu, Japon Kültüründe çok geniş yer tutar. Hatta Japon Mitolojisinde Ölümün Tanrısı bile vardır; Şinigami, ölüm tanrısı (tanrıları) anlamına gelen Japonca bir kelimedir. 𝐊𝐈̇𝐓𝐀𝐁𝐈𝐍 𝐊𝐎𝐍𝐔𝐒𝐔: 37 yaşındaki Toru Watanabe’nin Hamburg’a yaptığı uçak yolculuğu esnasında Beatles’in “Norwegian Wood” şarkısını dinlemesi ile başlar. Bu şarkı, onu 20 yıl önceki üniversite yıllarına götürür. O dönemde yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen en yakın arkadaşı Kizuki’nin intihar etmesi ile hayata bakış açısı tamamen değişir. İntihar eden Kizuki’nin kız arkadaşı Naoko da ablasını intihardan kaybettiği için bu intihar onu derinden sarsmıştır. Ortak acılara sahip Watanabe ve Naoko birbirleriyle yakınlaşmaya başlar. Naoko, bu trajik ölümün etkisini atlatamaz, sanatoryuma yatar. Buhranlı dönemlerinde Watanabe yurttaki yegane arkadaşı Nagasava ile takılmaya başlar. Nagasava, her yerde ağırlığı hissedilen dominant bir karakterdir. Tek gecelik ilişki bağımlısıdır. Çevresinde itibar gören ve maddi imkânları yüksek bir insandır. Böylesi bir dost, Watanabe'ye bir çok kapıyı ona açar. Gene böyle bir akşamda Watanabe, Naoko’nun tam zıttı bir karakter olan Midori ile yakınlaşır. Bir yandan Naoko’yu sanatoryumda ziyaret eden Watanabe, Naoko ve Midori ikileminde sıkışır kalır. * * * İlerleyen kısımlar, kısmen spoiler unsurlar içerebilir. * * * Temelde yaşanan, romandaki herkesin aslında saf bir aşkın uğraşında olmasıdır. Bazı karakterler, bu uğraşın üstesinden gelemeyip psikolojileri alt üst olmakta bazıları ise Nihilizm’in bulanık sularında çaresizce çırpınmaktadır. Ancak eserde ‘’Aşk Arayışı’’ 'ndan daha güçlü bir tema vardır: ‘’Ölüm ve İntihar’’. Ki bu tema, esere damgasını vurur. Her şey, aslında zaten ölümün etrafında gezinmektedir. Kitaptaki sayfa 38 eserin tam da böğrüne böğrüne vuruvermiş: 𝐊𝐈̇𝐓𝐀𝐁𝐈𝐍 𝐈̇𝐂̧𝐈̇𝐍𝐃𝐄𝐊𝐈̇ 𝐒𝐀𝐊𝐋𝐈 𝐇𝐀𝐙𝐈̇𝐍𝐄 𝐒𝐀𝐘𝐅𝐀 𝟑𝟖. “𝐎̈𝐋𝐔̈𝐌 𝐘𝐀𝐒̧𝐀𝐌𝐈𝐍 𝐁𝐈̇𝐑 𝐊𝐀𝐑𝐒̧𝐈𝐓𝐈 𝐎𝐋𝐀𝐑𝐀𝐊 𝐃𝐄𝐆̆𝐈̇𝐋 𝐏𝐀𝐑𝐂̧𝐀𝐒𝐈 𝐎𝐋𝐀𝐑𝐀𝐊 𝐕𝐀𝐑𝐃𝐈𝐑.“ “Bir kez sözcüklere döküldüğünde klişe görünüyor, ama o zamanlar bunu sözcükler değil, içimden bir düğüm olarak hissediyordum. Ölüm, kağıt ağırlığının içinde de vardı, bilardo masasının üstünde sıralanmış kırmızı-beyaz dört topun içinde de. Ve hayatımız boyunca onu ince bir toz gibi ciğerlerimize çekip duruyorduk. O zamana kadar ölümü hep bağımsız, yaşamdan tümüyle ayrı olarak kabul etmiştim. Ölüm, elbette günü gelince bulacak bizi diye düşünüyordum, ama o güne kadar bizi rahat bırakır. Bu, bana basit ve mantıklı bir gerçek gibi görünürdü. Yaşam, bu yandaydı; ölüm ise öte yanda. Oysa Kizuki’nin öldüğü geceden itibaren artık ölümü (ve yaşamı) böylesine basit bir biçimde düşünemez oldum. Ölüm, yaşamın karşıtı değildi artık. Ölüm, daha hayatımın başlangıcından itibaren yaşamın bir parçasıydı, istesem de istemesem de bunu hiçbir çaba unutturamazdı. O, mayıs gecesinde on yedi yaşındaki Kizuki’yi aldığında ölüm beni de ele geçirmişti. On sekiz yaşımın ilkbaharını, göğsümdeki o düğümlenmeyle ve bunu ciddiye almamaya çabalamakla geçirdim. Belli belirsiz de olsa, bir şeyleri ciddiye almanın, insanı ille de gerçeğe götürmediğini hissediyordum. Ama sorunu, ne kadar evirip çevirsem de, doğrusu şuydu: ‘’Ölüm, bir hakikatti. Bu boğucu çelişkiye kendimi kaptırınca, sonsuz bir kısırdöngüye gömüldüm. Şimdi geriye dönüp bakınca, o günlerin çok garip olduğunu görüyorum. Tam yaşamın ortasında her şey ölümün çevresinde dönüyordu.’’ (Sayfa 38, Kizuki’nin Ölümü, Ölümle İlk Yüzleşme) Evet…Bir derin nefes alıp incelemeye devam edelim… “Ölüm yaşamın karşıtı olarak değil, parçası olarak vardır.” ; Ölümü trajik, hayatı sekteye uğratan bir unsur olarak değil de sanki hayatın genel akışının bir parçası gibi yorumlanır. Yazarının kaleminin bir tılsımı olsa gerek ki; her ne kadar bizler ölümün de hayatın akışı içinde var olduğunu bilsek de sanki yazar tarafından bize bu konuyu ilk kez duymuşuz gibi hissettiriliyor. İşte, burada ‘’Murakami'nin Kaleminin Tılsımı’’ ön plana çıkıyor. 𝐈̇𝐂̧𝐈̇𝐍𝐃𝐄𝐍 𝐂̧𝐈𝐊𝐈𝐋𝐀𝐌𝐀𝐘𝐀𝐍 𝐃𝐄𝐑𝐈̇𝐍 𝐆𝐈̇𝐑𝐃𝐀𝐏: “𝐀𝐧𝐥𝐚𝐦𝐬𝛊𝐳𝐥𝛊𝐤“ Kitapta geçen nihilist bir kavram: ‘’Derin Girdap’’… Eserde içinden çıkılamayan anlamsızlık sonucu varılan hazin son; intihardır. Çok zeki, güzel ve istediği her şeyi başarabilen biriydi Naoko’nun ablası. Hayatın ona sunduğu onca iyi şeye karşın hayatını sonlandırması, Naoko’nun da hayattan bir beklentisinin kalmamasına neden olur. Kitapta bolca intihar söz konusudur; Naoko’nun ablası, sevgilisi Kizuki, Nagasava’nın kız arkadaşı Hatsumi ve son olarak da Naoko'nun bizzat kendisi, eserde art arda intihar eder. Erken yaşlardaki hızlı yaşanmışlık ve tükenmişlik kontağı kapatıp rölantiye çekilen hayatlardan bazıları bu derin girdabın içine girerek kaybolacak kimi de Nihilist bir Travma ile yoluna devam edecektir. Gri ve kapalı bir havada sürekli yağmur eşliğinde işleyen olay örgüsü, zaten intihar ve ölüm temasını sıkça işlendiği bu kitabı daha da kasvetli hale getirmiş. Bütün kasvetli ambiansı, karakterlerinin ruh haline entegre etmiş. Ölüm temasının gökkuşağı gibi rengarenk bir fonda anlatılması beklenemezdi. Ölümün rengi, siyah ve gridir. Hatsumi ve Naoko’nun intihar gerekçeleri birbirine çok benzerdi. Her ikisi de sevdiği insanları kaybettikleri için acı çekiyordu ve ölümü, bir kurtarıcı olarak görmüşlerdi. İntihar etmeyen/edemeyen karakter olarak Watanabe karşımıza çıksa da eserin sonunda Midori’yi tren istasyonundan arar, fakat yerini söyleyecek kadar nerede olduğunu bile anımsayamaz. Kaybolmuştur ve hikâye burada sonlanır. Kendi yaşadığı yerin bile farkına varamayacak derecede şuurunu kaybetmiş, acziyet içine düşmüş olduğu bir Nihilist Travma ile eser sonlanacaktır. Bu tarz final, sonu bir yere varmayan, uzay boşluğuna salınan tipik bir ‘’Murakami Finali’’dir. 𝐃𝐈̇𝐍𝐋𝐄𝐍𝐌𝐄 𝐄𝐕𝐈̇ 𝐌𝐄𝐓𝐀𝐅𝐎𝐑𝐔: Kitapta ‘’Dinlenme Evi’’ metaforu, çok güçlü bir şekilde tasvir edilmiş. Murakami, güçlü betimlemeleriyle okurun kafasında bu ortamı oluşturmayı başarıyor. Burası ruhsal sancılar çeken insanların hatta daha da net bir ifadeyle intiharın eşiğinde dolanan insanların yaşam alanı/habitatıdır. Sanki her biri bir yoğun bakım ünitesine bağlı gibidirler. Bu izole ortamdan uzaklaştırılsalar sanki hemen intihar edecek gibi duran karakterli yapıdaki insanlar burada yaşamaktadır. Her biri birer Karahindiba bitkisi gibi üflesen dağılacak cinstendir. ‘’Dinlenme Evi,’’ dış dünya ile bağlantılarını kestiği izole edilmiş bir habitattır. Kendi sebze meyvelerini eker biçerler, kendileri organik ortamda imece usulü bir üretim yaparlar. Herkesin bir görev tanımı ve sorumluluğu vardır. İçinde doktorlar da bulunsa da klasik bir sanatoryumdan farklı bir yapıdadır. Sevgilisi Kizuki’nin intiharı ile derin ruhsal sarsıntı geçiren Naoko da ‘’Dinlenme Evi’’ olarak tabir edilen böyle bir ortamda yaşama tutunmaya (intiharını geciktirmeye) gayret eder. Buradaki kader birliği yaptığı partneri ve gözlemcisi biricik dostu ‘’Reiko’’ dur. 𝐑𝐎𝐌𝐀𝐍 𝐊𝐀𝐑𝐀𝐊𝐓𝐄𝐑𝐋𝐄𝐑𝐈̇𝐍𝐈̇𝐍 𝐀𝐍𝐀𝐋𝐈̇𝐙𝐋𝐄𝐑𝐈̇: Karakterlerin her biri çok güçlüdür. Dostoyevski hayranı olan Murakami’nin her bir roman kahramanı filozof karakterlidir. Kendi kalemine Dostoyevski aroması katarak karakterlerinin her birini güçlü kılmaya çalışmış olabilir. Her biri genç ve şehirli tiplerdir (Reiko hariç). İntiharın eşiğinde gezinen mutluluk arayışı için çırpınan yapıdadırlar ancak dışarıdan bakıldığında kusurlu hayatlar yaşayan, kusurlu insanlardır. Her biri arayış içinde günlerini tüketmektedirler. Müzik, onlara intihar ihtimalini unutturan bir çeşit anestezidir. Her bir karakter, müzikle ilgili ve bilgilidir. Roman karakterleri, çalan şarkılar ile flashbackler yaşar. Bu anlarda duygular coşkunlaşır. 𝐖𝐀𝐓𝐀𝐍𝐀𝐁𝐄 𝐊𝐀𝐑𝐀𝐊𝐓𝐄𝐑𝐈̇: Eser, Watanabe ekseninde anlatılır. Romanın baş kahramandır. 1968 yılının siyasi kaotik ortamında apolitik bir tavır takınmış, ergenlik enerjisiyle umarsızca kendini zevk alemine bırakmıştır. Arkadaşı Kizuki'nin intiharına kadar hayatında çok büyük olaylar yaşamayan, hayatı sorgulamadan yaşayan umarsız biridir ta ki en yakın arkadaşı Kizuki’nin beklenmedik intiharı ile yüzleşene kadar. Bu olay, Onun ruhunun kimyasını bozmuş, hayatın anlamsızlığını sorgulama ve arayış dönemine girmiştir. 𝐍𝐀𝐎𝐊𝐎 𝐊𝐀𝐑𝐀𝐊𝐓𝐄𝐑𝐈̇: Hayat, maalesef Naoko’ya adil davranmamıştır. Ablasını ipte sallanırken intihar etmiş vaziyette bulur. Ardından sevgilisi Kizuki’nin intiharı onu tamamen darmadağın eder; sanatoryuma düşer. Nitekim hayata daha fazla tutunamayacak ve aynı akibeti kendisi de yaşayacaktır. Romanda ‘’Ölüm’’ metaforunu sembolize etmektedir. Naoko Roman Karakteri = “Ölüm”dür. Naoko’nun intiharı ile intihar edip dünyadan ayrılan sevgilisi Kizuki’yi seçtiği anlaşılan Watanabe’nin o bodur cümlesi bunu net ifade eder; Fizik Yasalarını işleten
Haruki Murakami
Haruki Murakami
, ölümü ölüme seçtirir. Ölen sevgilisi Kizuki'nin ardından ölüm metaforunu temsil eden sevgilisi Naoko da onunla bütünleşir ve intiharı ile yanına gider. ‘’Kizuki. Onu sana bırakıyorum. Madem ki seçtiği sensin…’’ (sy 352) * * * ‘’Naoko ölmüştü ve Midori hâlâ buradaydı. Naoko bir avuç beyaz küle dönmüşken, Midori yaşayan ve nefes alan bir insandı.’’ (sy 352) Şimdi benim favori roman karakterim olan Midori’ye gelelim . . . 𝐌𝐈̇𝐃𝐎𝐑𝐈̇ 𝐊𝐀𝐑𝐀𝐊𝐓𝐄𝐑𝐈̇: Genç yaşta annesini kaybetmesine rağmen yüksek hayat enerjisi sayesinde hayata tutunmayı başarmış, hayat dolu kanlı-canlı bir kızdır. Ölüm döşeğinde tedavi gören babasına hastanede sabırla refakat etmektedir. Mizacı, karakteri, oldukça renklidir; sevdiği insan için ömrünü adamaya hazırdır. Hafif kaçıktır. Bu hafif kaçıklığı sayesinde yaşadığı andan maksimum keyif almayı hep becermiştir. Dürüst, dobra konuşan, hem iş hem ev işlerini tek başına çekip çeviren becerikli çalışkan bir yapısı vardır. Bu özellikleriyle kendisi de bazen övünür. Oldukça da sevimlidir. Babasından miras kalan bir kitabevini işletir. Midori, Naoko’nun tam zıttıdır. Naoko ‘’Ölüm’’; Midori ise ‘’Yaşam’’ı simgeler. Romanın baş karakteri Watanabe’nin Naoko ve Midori arasında kararsız kalması, ‘’Ölüm’’ ve ‘’Yaşam’’ arasındaki bir gel-git halidir. Bir arafta kalma durumu, gözlemlenmektedir. Watanabe, Naoko’nun tam zıttı bir karakter olan Midori ile yakınlaşır. Midori; hayat dolu, canlı bir kızdır. Tavırları, yaşadığı andan keyif alma tutkusu ve yanındaki insanlara pozitif elektrik yükleyen mizacı ile romanda okura kendini epeyce sevdiren bir karakterdir - sanırım gerçek hayatta Midori ile karşılaşsam Onu ben de çok severdim diye düşünüyorum. Her geçen gün daha da kaotik bir hal alan dünyada zor hayat şartlarına rağmen hala pozitif kalmayı becerebilen ve bir yanda hayata dört elle sarılırken etrafına da moral/motivasyon saçan böylesi nadir rastlanan insanlara diğerlerinden daha çok saygı duyuyorum. Devam edelim kaldığımız yerden; 𝐌𝐔𝐑𝐀𝐊𝐀𝐌𝐈̇’𝐍𝐈̇𝐍 𝐌𝐔𝐆̆𝐋𝐀𝐊 𝐅𝐈̇𝐍𝐀𝐋𝐋𝐄𝐑𝐈̇: Eserin sonunda Watanabe, Midori'nin peşinden gitmeyi, yani hayatı seçmeyi tercih ediyor. Bu yüzden Midori, Ona nereden telefonla aradığını sorduğunda, sanki kendi hayatına uyanır ve artık çevresinin/dünyadaki yerinin farkında değildir çünkü o eski çevre ona artık yabancıdır. O, Midori’yi yani yaşamı seçmiştir ya da çevresinin farkına varamayarak nereye ait olduğunu bilememesi ile şuuru kapanmış Nihilist bir savrulma olarak da yorumlanabilir. Bu kısımlar, yoruma açıktır. Çünkü, Murakami her eserinin sonunu okuyucunun kendi yorumuna açık bırakır. Muğlak ve bulanık sular, Murakami’nin sevdiği finallerdendir. Buraya kadar kitabı ben getirdim artık bundan sonrasını da eserin sende kalan tortularıyla bir düşün-taşın, sen buluver bir zahmet der gibidir. Ne de olsa O, bir Japon. İlle kafayı çalıştırtacak… 𝐌𝐈̇𝐃𝐎𝐑𝐈̇’𝐍𝐈̇𝐍 𝐎̈𝐋𝐔̈𝐌𝐄 𝐊𝐀𝐑𝐒̧𝐈 𝐊𝐀𝐘𝐈𝐓𝐒𝐈𝐙𝐋𝐈𝐆̆𝐈: Kitapta Midori’nin babasının olduğu kısımlar, ilgi çekici. Yine farklı bir ölümle karşılaşırız, Midori’nin anne ve babasının ölümü. Önce annesini kaybeden Midori, daha sonra aynı sebeple babasını kaybeder. Midori’nin ölüme verdiği tepki, ölüm karşısındaki duruşu ve tavırları, okurken ayrı bir analiz isteyen bir konu. Zor koşullar altında her ne olursa olsun yine de hayata dört elle sarılmayı bilen hayatla barışık bir Midori karakteri, çok eşsiz bir karakter olarak romanın kurgusuna monte edilmiş. Buradaki ‘’Ölüme Karşı Duyarsızlık/Hissizleşme Hali’’nin iyi analiz edilmesi gerekir. Bu kızda acı yaşanmışlıklar ve psikolojisinin derinliklerinde saklı bir şeyler var; Midori 'nin ruhunun dehlizlerine doğru biraz daha inelim . . . Eserdeki tüm karakterlere baktığımızda herkesten daha zor bir hayat yaşamış olmasına rağmen tüm karakterlerin arasındaki en güçlü karakterin “Midori” olduğu görülüyor. Normal şartlarda bu kadar acı yaşanmışlıklara sahip birinin hayatın kendisini yıkmasına izin vermeyip Onu ısrarla yıldırmaya çalışan hayatı rakibi gibi görüp hayatın üzerine üzerine gidip adeta onunla dalga geçer gibi oyun oynayan, rakibini sinirlendiren psikolojik baskı altına alan bir boksör gibi sabırlı, yılmayan bir mücadele veriyor. Midori de ölümle yüzleşmiş, en yakınını annesini beyin tümöründen kaybeder, annesi acıyla her gün can çekişirken sanki bir Japon harakirisi gibi gönüllü sayılacak bir ötenazi ile annesinin hayatını sonlandırmak için onay vermek zorunda kalır. Hatta ilerleyen kısımlarda babasını da uzun süre sabır isteyen bir tedavi ve refakat dönemi sonunda aynı hastalıktan kaybeder: Midori'ye şimdi biraz kulak verelim . . . + ‘’Annen ne zaman öldü? - ‘’İki yıl önce. Kanserden. Beyin tümörü. Bir buçuk yıl hastanede yattı. Çok fenaydı. Baştan sona hep acı çekti. Sonunda aklını yitirdi, tıka basa ilaç vermeleri gerekiyordu, gene de ölmek bilmiyordu bir türlü, sonunda bizim onayımızla ölmesine yardım ettiler. Olabilecek en korkunç ölüm, bu; hasta çok acı çekiyor, ailesi cehennemi yaşıyor. Tüm paramız, bu uğurda gitti. Tanesi yirmi bin yen eden iğneler yapıyorlardı ona, yirmi dört saat özel bakım gerekiyordu. Sürekli ona bakmak zorunda olduğum için çalışamıyordum, okulu bir sene dondurmak zorunda kaldım. Bu da yetmezmiş gibi…’’ Bu da yetmezmiş gibi... demiş bırakmış Midori ama tek derdi bu değil yukarıda da açıklamaya çalıştığım gibi. Devam edelim . . . Watanabe’nin Midori ile tanışma kısmı var. Bu tanışma ile beraber her ikisinin de hayatı anlamlaşıyor aslında. Ve Midori’de, Watanabe gibi bu ölüm olaylarından etkilenmediğini görürüzkonuşmalarından tavırlarından. Özellikle eserde oturduğu mahallenin cayır cayır yandığı mahalle yangını sahnesinde herkes dışarda panik içinde koşuştururken Midori balkona çıkıp Watanebe ile umarsızca izlemesi, kayıtsız kalması, bütün mahalle cayır cayır yanarken yangını bir doğal manzara izler gibi birasını içip keyifle izlemesi, aslında hissettiği duyguların dışavurumudur. Onun için ölüm, yaşam kadar günlük ve sıradandır. Ailesini elinden alan ölüm, onun bir parçasıdır, o yüzden Onun gözünde ölüm korkunç bir şey değildir. Watanabe’nin bu durumda Midori ile ilgilenmesi, sürekli yanında olması, Midori’nin Watanabe’ye aşık olmasına neden olur. Yaşamda ve ölümde birlikteliğin ilk tohumu o akşamki mahalle yangınında atılmıştır - hem de ölümün dizlerinin ta dibinde. – 𝐑𝐄𝐈̇𝐊𝐎 𝐊𝐀𝐑𝐀𝐊𝐓𝐄𝐑𝐈̇ Yaşça en büyük karakter olan Reiko, Naoko’nun sanatoryumdan oda arkadaşıdır/dert ortağıdır. Zamanında çevresi tarafından büyük bir müzisyen olacağına kesin gözüyle bakılan bir büyük yetenek iken bir parmağındaki hissizleşme sonucu bu hayali gerçekleşmez ve sıradan bir müzik öğretmeni olarak yaşamına devam eder. Ders verdiği kendisinden yaşça çok küçük bir kız öğrencisiyle birbirlerinden hoşlanırlar. İlişkiye karşı dirense de bu genç kızın taciz iftiralarına maruz kalır ve yayılan dedikodular, hem mesleki hayatını ve hem de evliliğini bitirir, kendini bir anda sanatoryumda buluverir; bitik bir insandır, eskiden olduğu şeyin bir soluk yansımasından ibarettir sadece. İçindeki en değerli parça yıllar önce yitip gitmiştir; O, artık otomatik pilotta yaşamını sürdüren bir insan silüetinden ibarettir. Gerçek bir insanla arasındaki tek benzerlik nefes alıp vermesidir. ‘’Beni yüzde doksan dokuz iyileştirdi o, ama geriye kalan yüzde bir işleri raydan çıkardı. Gümm diye! Kurmuş olduğumuz her şey çöktü. Bir anda, her şey hiçbir şeye dönüştü.’’ (Sy 210, Reiko) 𝐍𝐀𝐆𝐀𝐒𝐀𝐕𝐀 𝐊𝐀𝐑𝐀𝐊𝐓𝐄𝐑𝐈̇ Eserdeki en dominant, özgüveni yüksek ve lider vasıflı karakterdir. Çevresi tarafından ilgi görür, sevilir. Özünde çok iyi yardımsever yapılı birisi olsa da çapkınları haddini aşmış uslanmaz bir hal almıştır. Kaba tabirle; kendini kompetan bir kız avcısı olarak görür, karizması yüksektir, istediği kızı kolayca tavlar. Watanabe’yi diğer dostlarından ayrı tutar. Kendi ortamlarına sokar, onu korur, kollar. Hayatı çapkınlık üzerine kurulu olsa da aslında kendisi iyi bir okur-yazar ve kısmen de filozof karakterlidir. İnsanın onunla aynı masada oturup edebiyat ve felsefe tartışasını getirir. ‘’Elbette ara sıra hayat beni de korkutur. Ama korku, yapmam gerekeni engellemez. Olanaklarımı sonuna dek, yüzde yüz kullanmak istiyorum. İstediğimi alacağım, istemediğimi bırakacağım. Hayatımı böyle yaşamak istiyorum, eğer işler kötü giderse, o zaman durup düşünürüm. Adaletsiz bir dünya aynı zamanda, tersinden bakıldığında, olanakları ta sonuna kadar kullanabilmene imkân sağlıyor.’’ (Sy 262, Nagasava karakteri) ‘’Dil öğrenmek, oyun gibi. Kuralları öğrendin mi, gerisi kendiliğinden geliyor. Kadınlar gibi.’’ (Sy 61, Nagasava karakteri) 𝐇𝐀𝐓𝐒𝐔𝐌𝐈̇ 𝐊𝐀𝐑𝐀𝐊𝐓𝐄𝐑𝐈̇ Hatsumi, Nagasava’nın düzenli olarak beraber olduğu kız arkadaşıdır. Hatsumi, gerçek bir hanımefendidir. Oturuşu, kalkışı, tavırları eğitimi ile tam bir ideal rol model kadını simgeler. Hatta Hatsumi, her şeyiyle Watanebe’yi bile etkilemiştir. Cazibesi, çok yüksek bir kadındır. Ancak uslanmaz sevgilisi Nagasava’nın kendisiyle birlikteyken bile çapkınlıklarını bildiği halde göz yumar. Watanabe bile buna isyan eder. Böyle bir kadına sahipken nasıl hala başka kadınlarla hala vakit geçirirsin diye Nagasava’yı azarlar. Ancak Hatsumi, Nagasava’ya deli gibi aşıktır. Nagasava da Hatsumi’nin diğer kızlardan çok farklı olduğunu bilir, aslında Ona oldukça değer de verir ancak çapkınlıklarının freni yoktur. Bu şekilde birlikteliklerine devam ederler. Derken bir süre sonra herkes kendi yoluna gider. İlişki, biter. ‘’Hatsumi de, tanıdığım pek çok kişi gibi, hayatı eşiğe vardığında, birdenbire onu sonlandırmaya karar verdi. Nagasava’nın Almanya’ya gidişinden iki yıl sonra başkasıyla evlenmişti, bu olaydan iki yıl sonra da bileklerini tıraş bıçağıyla kesti.’’ sy.274 𝐌𝐔𝐑𝐀𝐊𝐀𝐌𝐈̇ 𝐇𝐀𝐊𝐊𝐈𝐍𝐃𝐀 𝐌𝐄𝐑𝐀𝐊𝐋𝐈𝐒𝐈𝐍𝐀 𝐁𝐀𝐙𝐈 𝐍𝐎𝐓𝐋𝐀𝐑: Kitapta geçen şarkı isimlerini üstün körü geçmeyin. Arada bir durun ve online dinleyin. Sadece müzik değil, kitapta bahse konu yazarlar hakkında da bilgi edinip, bir not edin derim. Kitap incelememin en sonunda size bu kitaptan tek tek not ettiğim tüm şarkı isimlerinin olduğu ‘’Murakami Çalma Listesi’’ bulabilirsiniz. 1987 yılında yazılan bu eser, Fransızca’dan Türkçe’ye çeviri olmasına rağmen ruhunu korumuş gözüküyor. Aslen binlerce esere konu olan ölüm teması gibi monoton bir konuyu nasıl böyle akıcı hale getirmiş de kurgulamış, okuru şaşırtan bir detay. Betimlemeler, yalın ve sade bir şekilde tanımlanmış. Zaman zaman aşırıya kaçan erotik öğeler geçse de Murakami, erotizmi bir şekilde eserinin aromasına yediriyor. Cinsellik, romanın birçok yerinde var. Ancak Murakami’nin en güçlü teması; ‘’Ölüm’’dür. Bu tema, Murakami’nin tüm eserlerinde vurucu cümleler ile çok güçlü ve koyu tonlarda tasvir edilir. Murakami, yarı geleneksel Japon yarı Amerikancı tarzıyla seveni kadar sevmeyeni de çok fazla olan bir yazar. Batı kültüründen etkilenmesi normaldir. Çünkü, Japonya’nın liman kentinde çeşitli kültürlerle içiçe büyümüştür. Müzik bilgisi, çok üst düzeydedir. Bir dönem, eski bir Caz Bar işletmeciliği bile yapmıştır. Caz ve Klasik Müzik bağımlısıdır. Bu türler hakkında devasa bir donanıma sahiptir ki eserlerinde caz ve klasik müzik etkisini fazlaca hissettirir. Büyülü Gerçekçilik (Magical Realism) akımının en tanınmış temsilcilerindendir. Gerçekçilikte akılla çözümleyemediğimiz, büyülü olarak adlandırıp geçiştirdiğimiz olayları kapsayacak biçimde kurgusal gerçekliği genişleten bir gerçekçiliktir. Düşsel dünyayla somut dünya arasındaki çizgileri kaldırarak hayal gücünün özgürce hareket edebileceği, yeni bir olasılıklar alanı açar. “Fantastik Realizm” ya da “Büyülü Gerçekçilik” olarak da bilinen bu teknik, gerçekliğin doğasını sorgulamaz. Olağanüstü olanı, somut gerçekliğin içine yedirir. Sıradan karakterli monoton insanlara yeni yüklenen olağanüstü rengarenk bir fırça darbesiyle fantastik bir kurgunun içinde bulur karakterler kendini. Dünya edebiyatındaki başlıca temsilcileri,
Italo Calvino
Italo Calvino
,
Gabriel Garcia Marquez
Gabriel Garcia Marquez
ve
Haruki Murakami
Haruki Murakami
dir. Türk Edebiyatında ise mütevazı kişiliği ile çok ön plana çıkmasa da bu akımın yaşayan büyük ustası,
İhsan Oktay Anar
İhsan Oktay Anar
’dır. Nobel’e defalarca aday gösterilen
Haruki Murakami
Haruki Murakami
, 2006 yılında aday olduğu Nobel ödülünü
Orhan Pamuk
Orhan Pamuk
almıştır. En ilginç tarafı ise, ilerlemiş yaşına rağmen 100 km ultra maraton bitiren bir koşucudur. Eee bir Japon olmak, kolay değil. Sözün Özü; Murakami’yi seven ya çok sever, ya hiç sevmez. Murakami’nin ortası yoktur. Bilginize… Yağmurla başlayıp yağmurla biten rüzgârın içine karışıp şarkı şarkı gezinen, hiç bitmesini istemediğim büyülü bir roman okudum. Hafif çiseleyen yağmur eşliğinde okunduğunda etkisi artan bir kitap. Kitabı okuyanlar bilirler ki bu kitaptaki olay örgüsü, genel itibariyle yağmurlu bir havada başlayıp ilermektedir. Murakami, okurunu öyle bir ambiansın içine sokar ki dışarıda hava güneşli de olsa kitaptaki o güçlü betimleme sizi içine alır ve kendi bulunduğunuz ortamda yağmur yağıyor zannedersiniz. Kitap incelemesinin sonunda verdiğim Murakami Çalma Listesindeki şarkılar eşliğinde yağmurlu bir havada okumak kitabın etkisini arttıracaktır. Ayrıca kitapta 1968 olaylarını çok detaylı olmasa da kitabın arka planında görüyoruz. Dönemin Sosyo-Kültürel hayatını yanı sıra o dönemin müziklerine de kitapta bolca rastlıyoruz. Unutmadan söyleyelim; bu kitabın bir de filmi var; ''İmkansızın Şarkısı'' filminde oyunculuk güzel olsa da senaryo kurgu çok cılız ve başarısız kalmış. Böyle bir senaryoyu haketmemiş kitap. Filmini tavsiye etmem. Ancak şunu da belirtmeden geçmek olmaz; ünlü Japon aktris ve model Kiko Mizuhara, Midori rolüne cukkk diye oturmuş. Murakami'nin üstün betimleme yeteneği sayesinde, karakterler, mekânlar, eylemler ve hissedilenleri hayal etmekte hiç zorlanmadım. Kitapta filozof karakterli Reiko'lu kısımları çok beğensem de, Midori, favori karakterimdi. 𝐌𝐔𝐑𝐀𝐊𝐀𝐌𝐈̇’𝐍𝐈̇𝐍 𝐌𝐔̈𝐙𝐈̇𝐊 𝐊𝐔𝐓𝐔𝐒𝐔 1. Brahms 4th Symphony 2. Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band 3. Bill Evans – Waltz for Debby 4. Lemon Tree 5. Puff (The Magic Dragon) 6. 500 Miles 7. Proud Mary 8. Where have all the flowers gone 9. Michael,Row The Boat Ashore 10. Nowhere Man 11. Julia 12. Blood, Sweet and Tears Band – Spinning Wheel 13. Cream Band – White Room 14. Simon and Garfunkel – Scarborough Fair 15. Beatles – Here Comes The Sun 16. Beatles – Michelle 17. Beatles – Norwegian Wood 18. Beatles – Something 19. Beatles – Yesterday 20. Beatles – And I Love Her 21. Beatles – Hey Jude 22. Ravel – ‘’Ölü Prenses için Dans’’ 23. Debussy – ‘’Ay Işığı’’ 24. Bacharach – Close to you 25. Bacharach – Raindrops Keep Falling On My Head 26. Bacharach – Walk On By 27. Rodgers, Hart, Gershwin, Bob Dylan, Ray Charles, Carole King, The Beach Boys, Stevie Wonder, 28. Kyu Sakamoto – Sukiyaki Şarkısı 29. Blue Velvet 30. Green Fields 31. Brahms 2nd Piano Concerto 32. Girl From Ipanema 33.. Rolling Stones – Jumping Jack Flash 34. Thelonious Monk – Honeysuckle Rose 35. Ornette Coleman 36. Bud Powell 37. Kind of Blue Albumü Full 38. Sarah Vaughan şarkısı 39. Drifters – Up on the Roof 40. Carlos Jobim – Desafinado 41. Henry Mancini – Dear Heart 𝐊𝐈̇𝐓𝐀𝐏 𝐋𝐈̇𝐒𝐓𝐄𝐒𝐈̇ 1. Faulkner – Ağustos Işığı 2. Herman Hesse – Çarklar Arasında 3. Muhteşem Gatsby
Haruki Murakami
Haruki Murakami
İmkansızın Şarkısı
İmkansızın Şarkısı
İmkansızın Şarkısı
İmkansızın ŞarkısıHaruki Murakami · Doğan Kitap · 201510,6bin okunma
··
4.263 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.