Bir mezarın tarihi seyri nasıl olur bilir misiniz?
Her şey bir ölümle başlar!
Kiminin fiyakalı bir mezar taşı olur kiminin daha sade.
Zaman geçer, ilk günlerde kalabalık olan mezar yalnızlaşmaya başlar. Üzerinde otlar biter. Daha da zaman geçer ve yazıları dahi silinmeye yüz tutar. Taze ölülerin başı kalabalıkken onun gelen gideni olmaz. Diğer mezarlara gelenler burada yatan kim acaba diye bakarlar. Birkaç kuşak geçer ve tamamen yalnızsındır!
İnsanoğlu!
Eninde sonunda yalnızsın!
Bugün değilsen yarın yalnızsın!
Sahipsiz bir mezar kadar yalnızsın!
Burada Gömülüdür 2. Cilt
İlk cildi okurken oraya gömülmüştüm!
Nereden okudum ikinci cildi, ölüm deyip gitmiştik ne güzel, bir de yalnızlık çıktı başımıza!
Evet yalnızlık.
Hayatın olduğu gibi bu kitabın da ana teması.
Okudukça perçinleşiyor yalnızlığınız.
Üstüne bir de 21. yüzyıl eklenince dünyanın en kalabalık insanı bile olsanız yalnızlık burnunuzun direğini sızlatıyor!
"İnsanın kendi kendisiyle başbaşa olması, her zaman yalnızlık değil. Yalnızlığın korkunçluğu, başkalarının varlığını hissetmekte yatıyor." (s. 540)
Eğer okuduğu kitabı yaşayan biriyseniz öyle kolay değil bu kitabı okumak!
Her insana okuduğu kitaplar bir şeyler katarken bu kitap birçok konuyu yüzünüze çarpmakla yükümlü!
Hayattayım deme, sen aslında bir ölüsün!
Sevenlerim var deme, sen aslında yalnızsın!
Üstüne bunlar yetmezmiş gibi bir de "mekanınız hayat olsun!" diyerek dünyanın bütün yorgunluğunu yüklemişler sırtına.
Bölüm geçişlerine bayıldım!
Güzel yazar ve şairler eşlik etmiş esere.
Ama onlar da yaranıza tuz basıyor okurken.
Bu yeri geliyor
Sadık Hidayet oluyor, yeri geliyor, "ölmeyecek kadar yaralıyım" diyen ##$##yazarSeolar:i557.$$#$$
Evet öldürmüyor ama ölmeyecek kadar yaralıyor! Ne güzel bir duygu bir şairin kitabında daha önce severek okuduğun diğer yazar ve şairler ile karşılaşmak. Çok sevdiğim bir dostla yolda karşılaşmak gibi adeta!
"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar." (Kör Baykuş /Sadık Hidayet)
Hepimizin ortak korkuları var!
Belki komik ama bunlardan bir tanesi ödünç verdiğimiz kitapların gelmemesi korkusu...
İnsanlar sanıyor ki o kitaplar birer etiketten ibaret. Ne olacak canım, gidenin yerine yenisi alınır! Oysa ne kadar gözyaşı birikmiştir bazı satırlar üzerinde.
Ya da kim bilir artık hayatımızda olmayan hangi insanın hediyesidir, eli değmiştir o kitaba ve dokunurken dahi korkarak dokunuruz.
Bazı insanlar bazı acıları anlayamazlar!
İnsanlar genel olarak anlamazlar!
Şair öyle güzel anlatmış ki kitaplığında bulamadığı kitabını: Octavio Paz dün ölmüş! Kayıp bir kitabı, artık kitaplığında olmayan bir kitabı ölmüş gibi düşünmek. Düşünsene, ölmüş bir yazarı yeniden ve yeniden öldürmek... Aman Allah'ım,
Cemil Meriç ölmüş! Uzun zamandır kendinden haber anlamıyordum. Darmadağın ettim kitaplığımı ama yok!
"Bende, son zamanlarda eve her gelen konuğun bir kitap "götürdüğü" gibi paranoyalar oluştu. Ama biliyorum ki, o kitap burada, evde, bir yerler de..." (s. 491)
"Yazabilirdin.
Yazmadın." (s. 26)
Beklemekle geçiyor ömrümüz.
Gelebilirdin, gelmedin.
Eskiler bilir, kontörle mesajlar atardık.
Kiymetliydi o zaman her satır.
Çaldırarak haberleşirdik.
Şimdi o lanet telefonlarda bilmem şu kadar mesaj hakkı var.
Birini benim için kullansan ölür müydün?
Neden her şey hem geç hem de güç olmak zorunda? Biliyorum, benim hayatıma özgü değil.
Ne diyordu
Murat Menteş bir kitabında: Biz bu çağın fiyakalı kaybedenleriyiz! Fiyakalı mı bilmiyorum ama güzel kaybettik. Düpedüz kaybettik. Üstelik tam kazanacak gibi olduğumuzda kaybettik. "Bu dünyada olan biten her şeyin suçlusu olmak, biricik suçsuzluğumuz bizim." (s. 110)
Güzel şeyler de var kitapta!
Ne güzel şey birilerine şiir ithaf etmek!
Hele bu kişi sizin için çok kıymetli bir şairse...
Edip Cansever'e ithafen:
"Gül kurutuyorum artık kitapların arasında
Ben mi azalıyorum
Yoksa güller mi bilmem
Görülmemiştir, yazılı zarfların içine
Elimdeki bütün gülleri sokuşturuyorum." (s. 560)
Kitaplar arasında gül kurutan bir nesildik.
O gülleri görünce duygulanan bir nesil.
Kitaplara bir şey olmasın diye onları kaplayan bir nesil...
Ne oldu bize de tutkunu olduk plastik güllerin.
Ne oldu bize de yalpalamaya başladık yaşadığımız çağda.
Bizi yine kurtarsa kurtarsa şiir kurtaracaktır.
Okurken fark ettim ki,
Ne
Ahmet Erhan olmak kolay,
Ne Ahmet Erhan okumak...
Ama şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki:
Okumadan ölmeyin.
Böyle duygulu satırlar yazılmışsa dünyada
Sahipsiz kalmamalı...
"Şimdi kalkar bir çay demlerim sana
Sonra oturur tanımlamaya çalışırız
Seninle ölümü de, hayatı da..." (s. 57)
Öyleyse çaylar benden, muhabbet sizden olsun. Okuyan, paylaşan herkese minnettarlığımı sunuyorum.
Bu inceleme benden yalnızlığınıza armağan olsun !