"Hayatta hissettiklerimizi düşünceler biçiminde hissetmediğimiz için, hislerin edebi, yani zihinsel çevirisi bu hisleri anlatır, açıklar, çözümler, ama müzik gibi yeniden oluşturmaz, oysa müzikte sesler sanki benliğimizin yönlenişlerini aynen yansıtır, duyuların o içsel uç noktasını yeniden üretir; bu nokta ara sıra yaşadığımız özel bir sarhoşluğun kaynağıdır ve "Ne güzel bir
hava! Ne güzel bir güneş!" dediğimizde, aynı güneş ve aynı havadan bambaşka titreşimler alan yanımızdaki kişiye bu sarhoşluğu katiyen
aktarmış olmayız. Vinteuil'ün müziğinde söze dökülmesi imkânsız, neredeyse seyredilmesi yasak, bu tür hayaller vardı; uyumak üzere
olduğumuz esnada, bu hayallerin gerçekdışı büyüsü bizi okşadığı zaman, mantığın bizi terk etmiş olduğu o anda gözlerimiz kapanır
ve yalnız anlatılması değil görülmesi de imkânsız olan şeyi tanımaya vakit bulamadan uyuyakalırız. Sanatın gerçek olduğu varsayımına
kendimi kaptırdığımda, müzik sanki bana güzel havanın veya afyon içilen bir gecenin basit sinirsel hazzından da fazlasını, daha gerçek, daha verimli bir sarhoşluk verebilirmiş gibi geliyordu, en azından sezgilerim bu yöndeydi. Ne var ki, daha yüce, daha saf, daha gerçek bulduğumuz bir hissi bize yaşatan bir heykelin, bir müziğin belirli bir manevi gerçeklikle çakışmaması imkânsızdır; aksi takdirde hayatın hiçbir anlamı olmazdı."